“Asırlardır biriken tereddüt ve şüpheler, beyinlerde bir törpü, bir burgu gibi içten içe, fert fert veya gruplar hâlinde insanların inançlarını aşındırıp delik-deşik etti. Bilhassa asrımızda toptan bir inkâr hâlinde ortaya çıktı. Dünyanın bir kesimi bu şüpheler karşısında dayanamamıştı. Bizde de ilk anda sendelemeler oldu. Hatta, bu asrın başında inancını kaybeden bazı gençler, son olarak yazıp bıraktıkları mektuplarında, iman olmadan yaşamanın mânâsızlığına dikkati çekerek intihar ediyorlardı. Bin senedir tedârik ve teraküm edilen müfsit âletler ile kalb-i umumî ve efkâr-ı âmme dehşetli yaralanmış, insanımızın, bilhassa avam halkın istinatgâhları olan İslâmî esaslar, İslâmî cereyanlar, İslâmî şiârlar kırılmış; bunların neticesi vicdan-ı umumî bozulmaya yüz tutmuştu. Bu geniş yaralar Kur’ân’ın ve imanın ilaçları ile tedavi edilmeliydi…”