İmam İbn Hazm, kendisi gibi pek çok müçtehit ve eimmenin kanaatine tercüman olarak: “Sahabe-i kiramın bütünü ehl-i Cennet’tir.” der. İçlerinde Aşere-i Mübeşşere gibi bazılarının hayatta iken Cennet’le müjdelenmesi, onların Cennet’te de belli bir pâyeye sahip olmalarından dolayıdır. Kur’ân’da ve sünnette bu görüşü destekleyen pek çok deliller vardır.
Evvelâ, Kurân-ı Kerim, Fetih sûresinin son âyetinde sahabeyi şöyle tavsif eder:
مُحَمَّدٌ رَسُولُ اللّٰهِ “Muhammed Allah’ın Resûlü’dür.” İman-ı billâhtan sonraki en büyük hakikat; Hz. Muhammed’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) Allah’la insanlar arasında mukaddes bir vesile ve vasıta oluşudur.
وَالَّذِينَ مَعَهُ أَشِدَّاءُ عَلَى الْكُفَّارِ “O’nunla beraber bulunanlar ve O’nun maiyyetinde olanlar ise, küfre ve kâfirlere karşı çok çetindirler.”; (bükülmez kol, bükülmez bel ve temenna durmaz kamet).
رُحَمَاءُ بَيْنَهُمْ تَرَاهُمْ رُكَّعاً سُجَّداً “Kendi aralarında yumuşaklardan yumuşak ve rahîm mi rahîmdirler.” (Hayatları namazdan ibarettir, denecek derecede o kadar çok namaz kılarlar ki), sen onları rükû ve secdede görürsün.”
يَبْتَغُونَ فَضْلاً مِنَ اللّٰهِ وَرِضْوَاناً “Allah’tan fazl ve razılık diler dururlar.” ‘Allahım! Cennet bizden uzak ama, Senin fazlınla ayağımızın ucu, burnumuzun ucu, iki kaşımızın arası kadar yakındır. Allahım! İman ışığını eğer Sen yakmazsan, o bizden çok uzak; fakat Senin fazlınla yakınlardan daha yakın bir meşaledir. Allahım! Razılığını isteriz; Sen verirsen her şey olur; vermez, mahrum edersen, insan her şeyden mahrum kalır.’ der ve bunu vird-i zebân ederler.
سِيمَاهُمْ فِي وُجُوهِهِم مِنْ أَثَرِ السُّجُودِ “Secde emaresi, alınlarında bellidir.” Onların alınlarında nûrefşân bir nişan sezer.. ve secdeden meydana gelmiş izler görürsünüz. Onları hiçbir şeyden tanımasanız bile, yüzlerindeki secde izlerinden, yüzlerinin behcet ve beşâşetinden tanırsınız. Onların nâsiyeleri, pırıl pırıl, dırahşân ve şûlefeşândır…
ذَلِكَ مَثَلُهُمْ فِي التَّوْرَاةِ “İşte, Tevrat, onları böyle anlatmaktadır.”
وَمَثَلُهُمْ فِي اْلأِنْجِيلِ “İncil ise, onlardan şöyle bahseder.”: كَزَرْعٍ أَخْرَجَ شَطْأَهُ “Bir ekin ki, ruşeym hâlinde başını taştan, topraktan dışarı çıkardı.” فَآزَرَهُ “Derken, hemen büyüdü ve boy attı.” فَاسْتَغْلَظَ “Ve ardından da kalınlaştı.” فَاسْتَوَى عَلَى سُوقِهِ “Ve gövdesi üzerine doğruldu (ve salınmaya durdu.)” يُعْجِبُ الزُّرَّاعَ لِيَغِيظَ بِهِمُ الْكُفَّارَ “Öyle ki, ekini ekeni, tohumu saçanı bile hayrette bırakacak derecede (çabuk büyüdü, küfre, dalâlete baş kaldırdı, bütün dünya ile hesaplaşacak seviyeye ulaştı.) Küffârı gayz içinde bıraksın diye.”: وَعَدَ اللّٰهُ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ مِنْهُمْ مَغْفِرَةً وَأَجْراً عَظِيماً “Allah, onlardan, iman edip, salih amelde bulunanlara mağfiret ve ecr-i azîm vaad etti.”265
Nedir, Allah’ın vaad ettiği ecr-i azîm? Kur’ân, bunu tasrih etmiyor; çünkü, sürpriz yapacak Allah; gözlerin görmediği, kulakların işitmediği mükâfatlarla mükâfatlandıracak onları;266 Cennet’ine koyup, Firdevs’iyle serfiraz etmesi ise, onlara bir unvan-ı eltafı.
Bir gün, çocuğu şehit olmuş bir kadın, Allah Resûlü’ne gelerek: “Ey Allah’ın Resûlü, eğer Hârise şehit olduysa ve eğer Cennet’e girdiyse ağlamayacağım; yok, böyle değilse, kıyamete kadar üstümü başımı yırtacak ve ağlayacağım.” dedi. Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem), bu kadına şu hayatbahş cevabı verdiler: “Cennet bir değil ki! Senin oğlun, Cennet’in en yükseği olan Firdevs’tedir.”
Yine, Kur’ân-ı Kerim buyuruyor: وَالسَّابِقُونَ اْلأَوَّلُونَ مِنَ الْمُهَاجِرِينَ وَاْلأَنْصَارِ وَالَّذِينَ اتَّبَعُوهُمْ بِإِحْسَانٍ رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُمْ وَرَضُوا عَنْهُ “Muhacirlerden ve ensârdan o ilkler, o önde gidenler ve bir de ihsan şuuruyla onlara tâbi olanlar var ya, Allah onlardan razı, onlar da Allah’tan razıdırlar.”
Allah, onlardan her nefse:
يَا أَيَّتُهَا النَّفْسُ الْمُطْمَئِنَّةُ * ارْجِعِي إِلَى رَبِّكِ رَاضِيَةً مَرْضِيَّةً * فَادْخُلِي فِي عِبَادِي * وَادْخُلِي جَنَّتِي
“Ey itminana ermiş tertemiz nefis, sen Allah’tan, Allah da senden razı olarak Rabbi’ne dön. Kullarımın içine katıl ve gir cennetime!”der.
Evet, bazıları sahabeden razı olmasa da, Allah onlardan razıdır; bazıları, Cennet’i onlara çok görse de: وَأَعَدَّ لَهُمْ جَنَّاتٍ تَجْرِي تَحْتَهَا اْلأَنْهَارُ “Allah, onlara altlarından ırmaklar akan Cennet’ler hazırlamıştır.” خَالِدِينَ فِيهَا أَبَداً “Hem, orada ebedî kalacaklardır.” ذَلِكَ الْفَوْزُ الْعَظِيمُ “Ve bu büyük bir mükâfat, büyük bir kazançtır.”270
Muhacirler, yurtlarını yuvalarını bırakmış.. ve tabiî ondan önce de beşerî arzularından, nefsanî isteklerinden hicret etmiş.. mâsiyetten itaate, nefsanîlikten ruhanîliğe ve Mekke’den Medine’ye göç etmiş insanlardır.
Ensar ise, onlara bağırlarını açan, onları kucaklayan ve onları barındıran kutlulardır.
Evet, bugünün insanının hayallerinin bile ulaşamayacağı bir insanî seviyeyi ihraz etmişti onlar. Kalbleri dupduruydu.. en ufak bir eğrilik yoktu içlerinde ve Allah, onlardan razı olduğunu daha hayatlarındayken ilan ediyordu. Razı olmuştu Allah onlardan.. tastamam mü’mindi onlar ve Allah, O mü’minlerden razı olmuştu.. hem de şüphesiz razı olmuştu.
İşte, mini bir mealle, onların mânâlandırılmaları; “Ey Resûlüm, seni Mekke’ye sokmadıkları zaman, canlarını ve mallarını yolunda vermek, her şeylerini uğrunda feda etmek ve sen ne dersen onu yapmak üzere ellerini ellerinin üzerine koyup sana biat ettikleri zaman Allah onlardan razı olmuştu.. razı olmuş ve kalblerindekini de bilmişti.. niyetlerindeki ihlâsı, samimiyeti ve duruluğu bilmişti de onlardan razı olmuş ve üzerlerine sekîne, itminan, temkin indirmişti. Öyle ki, bütün dünya karşısında tek başlarına da kalsalar, itminan içindeydiler.. çok yakın bir gelecekte de, Hudeybiye gibi bir fetih ve o âna kadar kapalı kalmış yolların açılmasını, mâniaların bertaraf edilmesini ihsan etmişti onlara.” Sahabe-i kiram, Resûlullah’a verdiği sözden, O’nunla yaptığı biattan, Allah’la olan anlaşmalarından hiç dönmemişti. Allah’a verdikleri sözde hep sâdık çıkmış ve her hâdisede sadakatlerini ortaya koymuşlardı. Kur’ân, onları bu yönleriyle de yani sadakatleri, söz ve ahdlerine bağlılıklarıyla da destanlaştırmakta ve medh ü senâ etmektedir.