Hz. Enes’in (Ra) Resûlullah Sevgisi Ve İbadet Hassasiyeti

Ashâb-ı kiramı, örnek bir nesil yapan hususların başında Allah Resûlü’nün temsil ve tebliğ ettiği hak ve hakikatlere, samimi, sağlam, sağlıklı, seviyeli bağlılıkları ve destekleri, O’na duydukları derin sevgi ve saygı, emir ve nehiylerine şuurlu boyun eğmeleri ve sünnet üzere Allah’a kullukta bulunma heyecanları gelir. Daha önce hakkında iki makale yayınladığımız Hz. Enes İbn-i Mâlik de bu konularda öne çıkan meşhur sahabîlerden birisidir.1 O, Allah ve Resûlü’nü, kendi nefsinden ve sahip olduğu maddi-manevi her şeyden daha fazla sever ve şahsi hayatında ibadetlerine büyük bir hassasiyet gösterir. Bir gün, ona olan derin sevgisinin uhrevî karşılığını duyduğunda âdeta dünyalar onun olur: 

Kişi, Sevdiğiyle Beraberdir

Mescid-i Nebevî’ye bir kişi gelir ve Allah Resûlü’ne, “Kıyamet ne zaman kopacak?” diye sorar.  O, bu soruya “Peki! Kıyamet için ne hazırladın?” karşılığını verir. Adam, “Namaz, oruç ve sadaka gibi amel adına çok fazla bir şey hazırlamadım ama ben, Allah ve Resûlü’nü seviyorum.” der. Bunun üzerine Allah Resûlü, “O zaman sen, sevdiğinle berabersin!” buyurur. Hadiseye şahit olan Hz. Enes, Resûlüllah’a olan sevgisini ve O’na verdiği değeri, duyduğu bu söz üzerinden şöyle ifade eder: “Müslüman olduktan sonra en çok sevindiğim şey, Allah Resûlü’nün o adama söylediği ‘Ötelerde sen, sevdiğinle berabersin.’ sözü oldu. Zira ben, Allah Resûlü’nü, Hz. Ebû Bekir’i ve Hz. Ömer’i, çok seviyorum ve bu sevgimden dolayı, her ne kadar amelim onların seviyesinde olmasa da ahirette onlarla birlikte olacağıma inanıyorum.”2

Efendimiz, Her Gece Rüyasında

On yıl boyunca canından daha çok sevdiği Resûlüllah’a yürekten hizmet eden Hz. Enes’i, O’nun vefatı çok üzmüştü. “Ayrılığın gönlümde açtığı derin yaraya, O’nun her gece rüyalarıma teşrif buyurması merhem oluyor.” der; teselli olur ve ağlardı.3 O’nu her an hatırlama adına parmağında takılı yüzüğe “Muhammedun Resûlüllah” sözünü nakşetmiş ve neredeyse seksen yıl bu yüzüğü, abdest aldığı zamanlar hariç hiç çıkarmamış ve hep üzerinde taşımıştı.4

Allah Resûlü’ne olan sevgisinden dolayıdır ki O’nun kullandığı bazı eşyaları hatıra olarak muhafaza eder. Efendimiz evlerine ziyarete geldiğinde kendisine, su, süt ya da bal takdim ettikleri bir bardağı ömür boyu kutsal bir emanet olarak saklar.5 Efendimiz’e ait başka bir cam bardak daha vardır ki bir kenarı kırılınca çok üzülür; atmaya kıyamaz ve gümüş telle bağlatarak tamir ettirir. Tabiinden Âsım el-Ahvel “Ben o kadehi gördüm ve ondan su içtim.” der.6

Hz. Enes’in eline aldıkça ve gördükçe içindeki sevgiyi tazelediği hatıra eşyalar sadece bunlardan ibaret değildir. Yanında, O’na ait saç telleri, âsa ve bir çift bağcıklı ayakkabı da vardır. Bunları bazen özel misafirlerine gösterdiği de olur.7 Tabii bunların yanında onun Allah Resûlü’ne olan sevgisini gösteren asıl şey, sünnete ve O’nun yoluna olan bağlılığıdır.

Sünnete İttiba Hassasiyeti 

Hz. Enes, ibadet, ahlak ve muamelatında Allah Resûlü’nü örnek alır ve her şeyi, O’nun yaptığı gibi yapmaya gayret eder. Bunun içindir ki Hz. Ebû Hureyre, onun namazını anlatırken, “Enes İbn-i Mâlik kadar namazı, Allah Resûlü’nün namazına benzeyen kimse görmedim.” der8 ve örnek olarak nazara verir. Onun namazlarını sünnete tabi olarak ne kadar itina ile kıldığını hatta yolculuklarında bile bundan vazgeçmediğini tabiinin büyüklerinden İbn-i Sîrin şöyle anlatır: “Bir seyahatte Enes İbn-i Malik’e arkadaşlık yaptım. Yol boyu kendisini gözetledim. Yolculukta da yolculuk dışında da namazı ondan daha güzel ve dikkatli kılanı görmedim.”9  

Sünnete riayet etmeyenleri uyarır sözü dinlenilmezse o mekânda durmazdı. Bir Cuma günü Haccac, Cuma namazını geciktirir. Hz. Enes İbn-i Malik duruma müdahale etmek için Haccac’la konuşmak ister. Arkadaşları ve kendisini sevenler, “Hem senin hem de ailenin zarar görmesinden endişe ederiz.” der, vazgeçmesini isterler. Onların bu ısrarını kırmayan Hz. Enes, bineğine biner ve oradan ayrılır. Ayrılırken de “Vallahi! Bugün İslam adına yaptığınız şeyler arasında, Resûlüllah devrinden kelime-i şehadetten başka bir şey kalmadığını görüyorum.” buyurur ve sünnete riayet etmeyenleri ikaz eder. Onun bu sözü üzerine bir adam, “Ey Ebâ Hamza! Ya namazı ne yapacaksın?” diye sorar. Bu soru üzerine Hz. Enes, “Ne zamandan beri Cuma namazını akşam vaktinde kılıyorsunuz? Allah Resûlü’nün uygulaması böyle miydi?” diye sorar ve onlara, sünnete riayete edilmediğini bir kez daha hatırlatır.10

Tabiinden Ziyad İbn-i Abdullah en-Nümeyrî, bir gün yanına aldığı kurra hafızlardan birkaç kişiyle kendisini ziyarete gelir. Ziyad, sesi gür olan birisidir. Kendisine, ‘Kur’ân okusan da dinlesek’, denilir o da biraz yüksek sesle okumaya başlar. Hz. Enes, yüzündeki örtüyü kaldırır ve “Bu ne!” diye sorar. Ardından da “Allah Resûlü ve ashâbı böyle yapmıyorlardı.” buyurur ve bu konuda onlara sünneti esas almalarını ders verir.11  

O, sünnetin haricine çıkıldığı zaman sözünü esirgemez ve muhataplarını, etkili bir şekilde uyarırdı. Bir defasında gördüğü yanlışlar üzerine çevresindekilere “Siz, bugün bir saç teli kadar önemsemediğiniz şeyler işliyorsunuz ki biz onları Allah Resûlü döneminde helak edici günahlardan sayıyorduk.”12 der ve onları, sünnete tam ittibaya davet eder. 

Hz. Enes, güzel koku sürünmenin sünnet olduğunu söyler ve bundan dolayı kendisine takdim edilen hiçbir güzel kokuyu reddetmez.13 Tabiin nesli bilmediklerini öğrenmek için kendisinden sorar ve ondan istifade etmeye çalışırlar. Bir gün Medine’ye geldiğinde kendisine, “Allah Resûlü dönemindeki uygulamalara benzemeyen neyimiz var?” diye sorulur. O, “Mesela, namazda safları düz tutmuyorsunuz. Halbuki, Allah Resûlü, ‘Namazda safların dümdüz tutulması namazın güzelliğindendir.’ buyurdu”, karşılığını verir.14

İbadet Aşkı ve Ciddiyeti

O, ibadet aşk ve şevkini de Allah Resûlü’nden tevarüs etmiştir. Bütün ibadetlerin huşu içinde ve zamanında eda edilmesine özellikle dikkat eder. Tüster’in fethinde yaşadıkları zor bir günü anlatırken vaktinde kılamadıkları bir sabah namazı için, “Bir vakit namazın ertelenmesi karşılığında, dünya ve içindekiler bana verilse dahi yine beni sevindirmez.” der15 ve bu hususta çevresine de aynı şuuru aşılamaya çalışır.  Namaz, onu yetiştiren Efendimiz gibi, adeta onun da gözünün nurudur.  Namazlarını uzun uzun ve dikkatli bir şekilde kılar ve ibadetle bütünleşir. Nafile bir namaza duracağı zaman elinde Mushaf olan genç bir talebesi, arkasında onunla birlikte durur. Hz. Enes, okuduğu surelerde takılırsa arkasındaki genç ona fatihlik yapar, hatırlatır.16

Umre arkadaşlarından biri, onun ihrama girdikten sonra umre ibadeti ile nasıl bütünleştiğini ve onu eda ederken huşu ve huzura ne kadar dikkat ettiğini şöyle anlatır: “Enes, ihrama girdikten sonra çıkıncaya kadar onunla asla konuşamazdım.”17 Yine Zat-ı Irk’ta kendisiyle ihram’a giren el-Cüveyrî, onun umresini tamamlayıp tıraş olacağı ana kadar kimseyle konuşmadığını ve ardından da kendisine, “İşte ihram ve umre böyledir!” dediğini bildirir.18 Bir defasında oruçlu olduğu esnada hacamat yapmak için gelen hacamatçıyı, “Oruç ibadetim zarar görür.” endişesiyle iftar vaktine kadar bekletir.19  

Abdurrahman İbn-i Avf’dan nakledilen şu hadise de onun ibadetlerinde huşuya verdiği önemi gösterir: “Bir Cuma namazında Hz. Enes ile yakın saflardaydık. İmam hutbeye başlamıştı. Biz Efendimiz’in evlerine yakın taraftaydık ve bir grup arkadaş aramızda konuşuyorduk. Bizim konuştuğumuzu görünce “Susun” diyerek bizi ikaz etti. Cuma namazı kılındıktan sonra ise yanımıza gelip “Size susun demekle bile Cuma namazımı iptal etmiş olmaktan korkuyorum.” dedi.20 

O, zamanını, zikir, ibadet ve tefekkürle değerlendirmeye çalışırdı. Öyle ki bir yere gitmek için evinden çıkıp bineğine bindiğinde nafile namaza başlar; işini bitirip dönerken de bineğinin sırtında boş durmaz yine nafile namaz kılar.21 Zira o, bir namaz aşığıdır. Namazda kıyamını o kadar uzatır ki ayakları şişer.22 Rükûya varır, bir müddet sonra kalkar ve secdeye varmadan önce o kadar uzun dua eder ki yanındakiler ‘Galiba secdeye gitmeyi unuttu.’ zanneder.23 Akşam ile yatsı arasına ayrı bir değer verir ve bu zaman dilimini, tamamen namaz ve zikirle değerlendirir; kimseyle görüşmez.24 

Helal ve Haram Hassasiyeti

Hz. Enes, takva sınırları içinde bir hayat yaşar; kazancına haram karışmamasına ve yiyip içtiklerinin de helal olmasına azami dikkat gösterirdi. Bir gün kendisine ganimetten bir pay gönderilir. O, gelenlere el sürmeden, “Bunun, Allah ve Resûlü’ne yani kamuya ait olan beşte biri alındı mı?” diye sorar ve henüz alınmadığını öğrenince gelen malları kabul etmez; geri gönderir.25 Bir gün Sabur’da, şehrin ileri gelenlerinden birisi kendisine verdiği değerden dolayı ona altın ya da gümüş bir kap içinde “Habîs” (خبيص) denilen hurma ve yağ karışımından oluşan bir çeşit tatlı gönderir. Hz. Enes, yemekten kaçınır. Kendisine “Onlar yemediğini duyarlarsa bundan çok gücenirler.” diye söylenince “O zaman bu tabağı değiştirin.” der. Yanındakiler de hemen onu lavaş ekmeğin içine koyup kendisine takdim ederler, o da yer.”26 

Onun helal-haram hassasiyetinin bir göstergesi de şüpheli şeylerden kaçınmasıdır. Abdulaziz İbn-i Suhayb: “Hz. Enes’in evinde sayılamayacak kadar yemek yedik. Şüpheli bir içecek olduğundan dolayı sofrasında hiçbir zaman nebîz bulundurmazdı. Genelde bize süt, bal şerbeti ya da su takdim ederdi.”27 der.

Herkes Onu Sever ve Saygı Duyardı 

Enes İbn-i Mâlik herkesin sevgi duyduğu ve saygı gösterdiği bir şahsiyettir. Kendisini ziyaret edenler elini öpmek ister. O, buna itiraz etse de mani olamaz. Mesela Sabit el-Bünanî, ısrar eder mutlaka her ziyaretinde elini öper. Yine bir gün kendisine onun geldiği haber verilince hizmetçisine, “Cemile! Bana elime süreceğim güzel bir koku getir. Zira o geldiği zaman elimi öpmeden benden razı olmaz.” der. Sabit ise her defasında “Allah Resûlü’nün ellerine değen el öpülmez mi?” der ve duygulanır.28

Sabit, bir hatırasını şöyle anlatır: “Bir gün yine Ebu’l-Âliye er-Riyahî ile beraber Hz. Enes’i ziyarete gitmiştik. Hz. Enes bize eliyle elma takdim etti. Ebu’l-Âliye elmayı eline alınca çok duygulandı ve ‘İşte Resûlüllah’ın elinin ayasının değdiği elin, bana takdim ettiği elma!’ dedi ve onu koklamaya, öpmeye yüzüne- gözüne sürmeye başladı.”29

Harun İbn-i Ebi Davud, bir gün Hz. Enes’i ziyarete gelir ve ‘Seni ziyaret etmeyi çok istiyoruz. Fakat oturduğumuz yer uzak!’ der. Bunun üzerine Hz. Enes, onlara Allah Resûlü’nden duyduğu şu hadisi haber verir: “Her kim bir hastayı ziyarete giderse o rahmete doğru koşar. Hastanın yanına varıp oturduğunda rahmet onu kaplar. Efendimiz böyle buyurunca ben de O’na, ‘Ya Resûlallah! Bu hastayı ziyaret eden kimse için! Hasta için de bir mükafat var mı?’ diye sordum. O da ‘Hastanın da günahlarından düşürülür.’ buyurdu.”30 der.

Hz. Enes’i sadece Tabiin nesli değil ashab-ı kiramın kendisinden yaşca büyükleri de çok sever ve hürmet gösterirlerdi. Bu hususta o, sahabilerden Cerîr İbn-i Abdullah ile yaptığı bir yolculuğu şöyle anlatır: “Yaşca benden büyük olmasına rağmen yolculuk boyunca bana, o hizmet etti.” Hz. Cerîr’e bunun sebebi sorulduğunda “Gerçekten ben Ensar’ın, Allah Resûlü için çok şeyler yaptıklarını gördüm. Bundan dolayı ben de onlardan kimi görsem mutlaka saygı göstermeyi ve hizmet etmeyi asla ihmal etmem.”31  

Çocuklarıyla İlgilenmesi

Hz. Enes, evinde Müslümanlığı tek başına yaşamaz çocuklarıyla da yakından ilgilenirdi.O, bu yöntemi Rehber-i Ekmel Efendimiz’den öğrenmişti. Kendi anlatımıyla: “Allah Resûlü bize ziyarete gelirdi. Hatta benim küçük kardeşime ‘Ey Ebu Umeyr! Ne yaptı Nuğeyr?’ der ve şakalaşırdı. Namaz vakti girdiğinde ise seccadeleri serer, arkasında saf tutardık o da bize namaz kıldırırdı.”32 Mesela o, Kur’ân ile irtibatına ailesini de ortak ederdi. Yaptığı hatmin bitişi geceye denk gelse onu tamamlamaz; ailesinin de istifade etmesi için birkaç sureyi sabaha bırakır sonra da hane halkını toplar ve onlarla beraber kalan kısmı okur ve hatim duası yapardı.33

Onları ilme de teşvik eder ve “Ey oğullarım! İlmi yazarak kayıt altına alın.” diye tembihlerdi. Haliyle onlara örnek olur; malayaniyattan ve boş konuşmaktan da sakındırırdı. Çocukları kendisine “Baba! Seni ziyarete gelenlerle konuştuğun kadar bizimle de konuşsan olmaz mı?” diye sorduklarında onlara, “Evlatlarım! Çok konuşanın yanlışı da çok olur.” der34 ardından şu dersi verirdi: “Bir kul, diline sahip olmadıkça, Allah’a karşı saygısını koruyamaz!”35 Bundan dolayıdır ki Tabiinden Ebâ Gâlib, “Konuşmada ondan daha cimri birini görmedim.” der. 

Hz. Enes, çocuklarının yanında, büyükleri nazara vererek onları, büyükler gibi olmaya da özendirirdi. Bir gün yanında alim ve fazıl insanlardan oluşan bir grup vardı. Onlara döndü ve dedi ki “Vallahi, sizler, sizin sayınız kadar olan çocuklarımdan bana daha sevimlisiniz. Ancak onlar da hayırda sizin denginiz olurlarsa o zaman durum değişir.”36

Vefatı ve Cenazesi

Bir asrı aşkın bereketli bir ömür süren Hz. Enes, hicrî 93 yılında 103 yaşında vefat eder.37 Musa es-Sebelânî, vefatına yakın kendisini ziyaret ettiğini ve “Sen, Resûlullah’ın ashabından geriye kalan en son kalan kişisin.” dediğini ifade eder. O da buna karşı, “Evet Araplardan bir grup bu zamana kadar hayatta kalmıştır. Ancak O’nun sahabilerine gelince, ben geriye kalan son kişiyim.” der ve onu tasdik eder.38 Bazen bu konu gündeme geldiğinde “Hatta kıble değişikliğinde Allah Resûlü’nün arkasında namazda olan benden başka kimse kalmadı.” buyurur.39 Hz. Enes’in son nefesine kadar hafızası yerindedir; kendisine telkin edilen kelime-i şehadetleri gürül gürül getirerek ruhunu Rahman’a teslim eder. Cenazesini, Muhammed İbn-i Sîrîn’in yıkamasını vasiyet eder. Cenaze namazını Katan İbn-i Müdrik el-Kilâbî kıldırır ve sonra da huzur-u Hakka uğurlanır.40

https://www.peygamberyolu.com/hz-enesin-ra-resulullah-sevgisi-ve-ibadet-hassasiyeti/

Sevgini paylaş

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir