TEVHİD
Her şey O Alemde her şey yerli yerindedir. İnsanda da öyle…Hücrede de… İnsanın ağız,burun , göz ve kulağını anotomileri ile düşündüğümüz zaman aksi , hoyratça bir tasavvur ve gayri ilmi addedilir.
Pekâla, makro alemden mikro aleme kadar bu fevkaladelik ve bu baş döndürücü ahenk nasıl olmuştur? Bir kâğıt üzerine gelişi güzel dökülen mürekkepten ,tek kelime çıkacağına ihtimal vermediğimiz halde, her kelime ve satırı , her cümle ve paragrafı yerli yerinde bu hadiseler kitabı nasıl dizilmiş ve basılmıştır ! Sir James Jeans ‘ın dediği gibi:
insana en yakın canlı sayılan şempanzelere ,yıllarca daktilo kursu verseniz,sonra durmadan tuşlara vurdursanız, iki cümle elde edeceğinize ihtimal vermediğiniz halde , kaba maymuna Shakespeare’in en mükemmel pasajlarını yazdırdığınızı iddia etmek ne kadar hoyratça bir iddia ise ,öylede her tarafında kasd ve irade eseri görülen şu varlıkları kör tesadüfe vermek o kadar hoyratlık ve ilimlere karşı bir saygısızlıktır.
Şimdi düşünün ,yerin hayata elverişli hale gelmesi için yüzlerce şarttan sadece şu birkaçını dahi ,rastlantıya bırakmak mümkün mü dür?
1 -Dünyanın Güneşten takriben 149.5 milyon km. uzaklıkta olması . Bu mesafenin yarısı veya iki katının neler getireceğini izaha lüzum var mı…
2- Atmosferin yoğunluğu ve her biri ayrı ayrı ihtiyacı karşılayacak gazlardan meydana gelmesi.
3- Oksijen nisbetinin %21 dolaylarında olması ki hem azlığı hem çokluğu ayrı birer felaket demektir
4- Yerin ekseni etrafında 23,27″ lık meyil içinde hareketi ki ,buda mevsimlere sebep olmakta ve buzlaşma ve kavrulmaları önlemektedir.
5- sonra canlılar ot ve ağaçlar arasındaki solunum mübadelesi.
6- Denizler’in bu tasfiye ve arındırma ameliyesinde ,kendilerine has durumla ortak olmaları gibi ,her biri başlı başına nizam ve düzen mesajı sayılan hususların hangisini tesadüfe verebiliriz;hele hepsini birden düşünmek asla mümkün değildir. Yine S.J.Jeans’ın ifadesi ile , yerin halihazırdaki şekli alabilmesi için ,onun üzerindeki kumlar kadar sistemlerin alınıp saçılması lazımdır ki ancak bir kere bu hali alabilsin…..
Görmediğini İnkar edenlerin sayısının çokluğu var olanı yok yapmaz.
Beni göremediği için bana yok diyen vücudumdaki alyuvarların sayısı 5 milyon olsa da 5 milyar olsa da hatta vücudumda bulunun 5 kilo kanın içindeki akyuvarların ve alyuvarların hepsi bana yoksun dese de, ben yok olmam ben yine varım. Aynen bunun gibi yeryüzünde yaşayan 5 milyar insan bile, biz göremiyoruz öyleyse Allah yoktur dese, Bu Allah’ı (haşa) yok yapmaz, O vardır. Ve birdir.
Göremedigimiz sadece Allah cc degildir.
Elektriği de göremiyoruz ama inkar edemiyoruz. Havayı da göremiyoruz, ama yoktur diyemiyoruz. Aklımız, ruhumuz, hislerimiz de göremediğimiz şeyler arasında ama bunlara kimse yoktur demiyor. (Bir şaka) Bu konuda bu kadar açıklamayı birine yaptınız ve hala görmediğime inanmam diyorsa, onun kafasına ağrıtacak bir şekilde vurun (öldürecek bir şekilde değil) o mutlaka bağıracaktır. Bağırmadıysa bir daha vurun, bu sefer ağrıyacaktır. O kafamı ağrıttın dediğinde, ben senin gibi görmediğine inanmayan biriyim ağrıyı gösterene kadar vurmaya devam edeceğim deyin, ne kadar vurursanız vurun o yine ağrıları gösteremeyecektir. Siz vurmaya devam edin o belki ölecektir ama bu seferde öldüğünü de göremeyecektir. Her halde sonra mezar taşına “görmediğine inanmazdı zavallı” yazılabilir.
Yavru balık anne balığa sormuş:
Anneciğim,su diye bir şeyden bahsediyorlar.Bu su nedir acaba,bana gösterir misin ?
Annesi de ona:
Yavrucuğum,sen bana sudan başka bir şey göster ki,ben de sana suyu göstereyim………demiş.
Zaman zaman bazı aydın kimseler Allah’ın varlığını anlayamadıklarını, inanamadıklarını yazıp çiziyorlar.Evet bu çok sınırlı ve noksan olan dünya gözüyle Allah’ı göremeyiz ama O’nun yarattığı ve varlığına delil kıldığı milyonlarca varlığı görerek,O’nun varlığını kesinlikle anlayabiliriz. Aksi halde bütün yaratılmışlar,büyük bir manasızlık ve gereksizlik girdabına düşerler. Dolayısıyla bizde anne balığın mantığıyla şöyle diyebiliriz;
Siz,Allah’ın varlığından yoksun bir şey gösterin ki bizde size onu gösterelim.
Kainattaki hassas denge:
Allah kainattaki hassas dengeyi bazı canlıları, bazı canlıların ihtiyacı veya düşmanı yapmakla koruyor. Mesela zararlı haşaratın en büyük düşmanı: peygamber devesi denilen 7-8 cm uzunluğundaki bir böcektir. Bu böcek sadece bir defada 125-350 kadar yavru çıkartarak dünyamızdaki hassas dengeyi sağlıyor. Bir cins ev faresinin bir sene içinde 400’e, ikinci sene 65 bine ulaştığı tespit edilmiştir. Eğer bu üreme ilahi bir mekanizma tarafından kontrol altına alınmasa idi, iki sene içinde yeryüzünü iki karış fare kaplardı.Denizlere bir göz attığımızda karşımıza daha ilginç şeyler çıkıyor. Denizlerde milyonlarca yumurta yumurtlayan balıkların hiç düşmanları olmasaydı, denizler balıktan geçilmez olacaktı. Mesela mezgit balığı bir senede 6 milyon yumurta bırakmaktadır.
Yine denizlere bakalım. Dünyamızdan saniyede 16 milyon ton su buharlaşır. Ve dünyanın dört bir yanına dağılır. Böyle bir sıcaklığı kömür yakarak sağlamaya çalışsa idik 410 000 000 000 000 000 bu kadar ton kömürü her saniye yakmamız gerekecekti. Allah’a hamd olsun güneşin yüzeyindeki 6000 derecelik sıcaklık bizleri böyle üstesinden gelemeyeceğimiz bir zahmetten kurtarıyor.
Yer yüzündeki buhar dengesini birde Akdeniz’den bakalım. Akdeniz de muhteşem bir buhar dengesi vardır. Akdeniz iklimi genelde sıcak olduğundan Akdeniz suyu en çok buharlaşan denizlerden biridir. Bu denizden saniyede 116.000 ton buhar üretilir. Bu buharlar bulutları meydana getirir. Ve bu bulutlarda rüzgarlara binerek suya muhtaç yerlere giderler. Şimdi bir hesap yapalım, Akdeniz bu buharlaşan suyunu geri nasıl alıyor da su eksilmiyor. Eğer buharla kaybettiği suyunu alamasaydı, her yıl 1,5 m. alçalacaktı. İlahi kudret bu noktada bulutları Akdeniz’in yardımına koşturur diğer denizlere koşturduğu gibi. Bu yardımla her saniye gelen su miktarı 31,000 tondur. Akdeniz’e dökülen ırmakların sularına baktığımızda onların da miktarı her saniye akan su 7.300 tondur. Geriye 75-76 ton su açığı var. Bu açık nasıl kapatılıyor? İlahi denge burada kendini gösteriyor. Karadeniz’de buharlaşma azdır. bunun yanında Don, Volga ve Tuna ırmakları onu sürekli beslemektedir. Ama buna rağmen dolup taşmaz. Bunun sebebi de her an Marmara denizinden alt akıntı ile Akdeniz’e 6000 ton su göndermesidir. Geriye kalan 70 000 ton su ise Atlas okyanusundan 500 metre derinliğindeki Cebel-i Tarık boğazından geçerek Akdeniz’e gelir. Bu ve daha bir çok misaller kainattaki hassas dengeyi bizlere gösteriyor.
OTOMOBİLİN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ
Günlük hayatta ya kendinize ait yada ticari olarak hizmet veren otomobiller şehirleşmenin de artmasıyla insanların büyük bir kısmına hizmet vermektedir. Hız ve aksesuar üstünlükleri başta olmak üzere otomobillerinde bir çok çeşidi vardır. Elbette her otomobilinde bir yapılış sistemi ve tasarlayıcısı olması şarttır. Ancak mühendis bakış açısı ile değilde otomobilden istifade eden herhangi birinin bakış açısı ile baktığımızda bu aracın yapılışı hayli karışık ve bir çok insanın gayretleri ile oluşmuştur. Mesela otomobilin farlarına bakınca Edison’u hatırlıyor insan . O ampulü icat etmese idi otomobilin farları nasıl yanardı. Halbuki bu sistem içerisinde ne kadar küçük bir ayrıntı. Ya tekerler evet tekerler plastikten yani petrolün bir yan ürününden oluşmuş. kim bilir plastiğin icadı ne kadar zor olmuştur. Sonra camına bakalım o gördüğümüz camların oluşması için yüzlerce belki binlerce insanın tecrübeleri onu ortaya koymuştur. Otomobili yapan mühendis bu icatlarla uğraşmamış yüzlerce icat arasından kendine uygun olanları alıp kendi icadı olan otomobile adapte etmiş , asıl enteresan olan mühendisin yaptıklarının ne kadar şuurlu ve insanların yaşama ortamlarıyla ne kadar uyumlu olduğudur. Mühendis tekerlekleri yuvarlak yapmış çünkü yollara en uygun şekil bu . otomobile far koymuş çünkü insanlar gece yolculuk yapmak isteyebilir. Araca korna koymuş çünkü insanların uyarılmaya ihtiyacı vardır. Aracın içinde ısınma sistemi var çünkü kışın insanlar üşür. Emniyet kemerleri koyulmuş çünkü kaza ihtimali için bu tedbir can kurtarabilir.
Evet örnekleri çoğaltabiliriz. Burada özetle mühendis hem birçok icattan haberdardır otomobilde bunlar kullanmıştır , hem de insanın ihtiyaçlarını ve çevre şartlarını iyi bilmektedir.
Şimdi bir sanat harikası olan insana bakalım insan üzerindeki az bir araştırma aslında kainattaki bütün sistemin birbirine bağlı olduğunu bize gösterecektir . zira insanla başlayan araştırmamız genişleye genişleye bütün evreni kapsayacaktır.
Evet insanı işleyen bir sitem olarak düşünürsek bu sistemin enerjiye ihtiyacı vardır. İnsan enerji ihtiyacını çevresindeki bitki ve hayvanlardan karşılar tıpkı benzini biten otomobilin benzinciye uğraması gibi. İnsanın yaşayışı için en önemli şey nefes almaktır. Havada yaşam için gerekli olan oksijen ve karbondioksit miktarı tam insana gerektiği kadar bulunmaktadır. Otomobili yapan mühendis havadaki bu oranı bildiğinden motordaki yanma sistemine buna göre ayarlamıştır. İnsanın yaşaması için gerekli olan en hayatî maddelerden biride sudur. Su insanı hem ferahlatır hem de besinlerin sindirilmesinde işe yarar. Otomobilin mühendisi suyun sıcaklığı düşürücü özelliğini bildiğinden motor ısısını düşürmek için suyu kullanır.
Evet bu karşılaştırmalar aslında meselenin bir yönüdür. İnsanın tad alma duyusunu bilmeyen meyveleri veya meyvelerin tadını bilmeyen insanı meydana getiremez. Arının bal yapması için gerekli olan onbinlerce çiçekten haberdar olmayan arıyı meydana getiremez. Kendi nefsini her şeyin üstünde tutan insana sistemin devamı için şefkat duygusu vermeyen yavrulara baktıramaz. Tıpkı gece yolculuk yapılmasının sistemin işleyişi için gerekli olduğunu bilen ve arabaya far ilavesi yapan mühendis gibi.
Nasıl plastik, far, tekerlek gibi icatları kullanan makine mühendisi birçok gelişmeden haberdar olduğunu gösterir. Aynen öylede suyu hem insanın hem hayvanın hem de bitkinin hayat kaynağı olduğunu ,bütün canlıların güneşe ihtiyacı olduğunu güneşinde belli bir sisteme göre dönmesi ve dünyamıza belli uzaklıkta olmasını ayarlayamayan bu sistemden haberdar olmayan ne insanı ne de bir otu meydana getirebilir.
Öyle ise kainattaki bütün her şey birbiri ,ile bağlantılıdır. Buda bir elden çıktığının kanıtıdır.