AHDE VEFA

AHDE VEFA

Emirel müminin Hz. Ömer’in hilafeti zamanında, Ömer (r.a.) bazı ashapla beraber bir mecliste otururlarken, karşıdan üç kişinin geldiği  görüldü. Bu üç kişiden ikisi bir delikanlıyı birer ellerinden tutup aralarına almışlar, halifenin huzuruna çıkarmak üzere geliyorlardı. Bütün sahabelerin dikkatli bakışları arasında üç kişi Hz.Ömer’in huzuruna gelip durdular.

Halife Ömer (r.a.) :

–  Söyleyin derdiniz nedir? Bu delikanlının ne suçu var da , böyle sıkıca tutup buraya getirdiniz? Diye sordu.

Delikanlının ellerinden tutan iki gençten biri konuşmaya başladı:

– Ya Emirel Müminin. Bu genç bizim babamızı öldürdü. Biz de adl-i ilahinin tatbiki için huzurunuza geldik. Babamızın bir suçu olmadığı kanaatındayız. Çünkü babamız etrafta sevilip hatırı sayılan bir insandı. Buna ne lazım geliyorsa tatbikini sizden istiyoruz, dediler.

Hazreti peygamberimizin (a.s.m.) adalet sıfatına varis olan Hz. Ömer o gence:

–  Doğru mu söylüyorlar. Eğer doğru söylüyorlarsa söyleyeceklerin nedir? Buyurdu.

Genç, kendisini getirenlerin söylediklerinin doğru olduğunu ancak hadiseyi anlatmak istediğini söyleyip müsaade aldıktan sonra konuşmaya başladı:

Ya emirel Müminin! Ben bir köylüyüm. Buraya (Medine’ye) efendimizin kabr-i şerifini ziyarete geldim. Çünkü efendimiz: “benim kabrimi ziyaret eden beni ziyaret etmiş gibidir” buyurmaktadır. Medine civarına geldiğimde hurmalık yakınında abdest bozmam icab etti. Atımdan inip abdest tazelemek için meşgul olurken atımın bir ağacın dalından koparmakta olduğunu gördüm. Abdesti bırakıp hemen ata koştum. Lakin o anda karşıdan yaşlı bir adam bana karşı bağırarak geliyordu. Biraz yaklaştıktan sonra elindeki taşla atıma vurdu ve at düşüp öldü. Atımı çok severdim… dayanamadım, ben de onun ata vurduğu taşı alıp kendisine fırlattım. Bir de baktım ki eceli gelmiş olacak adam da öldü. Ben o anda kaçmak isteseydim kaçardım. Fakat ben Allah ve ahiret gününe inanmış bir kimseyim. Cezam ne ise onu dünyada çekmeye razıyım. Hükm-ü ilahi ne ise tatbik edilir diyerek gayet soğuk kanlılıkla başında geçenleri anlattı.

Hz. Ömer (r.a.) gencin anlattığına göre kısas lazım geldiği ve idam edileceğini bildirdi. Genç bu hüküm karşısında gene hiç itiraz etmek şöyle dursun, bir mazeret bile beyan etmeden:

Evet! Şeriatın emri ne ise ben ona razıyım. Sizin adaletinize de hiçbir itirazım olmaz. Yalnız sizden bir ricam olacak, o da:. Benim bakmakla yükümlü olduğum bir yetim var. Onun bana teslim edilen altınlarını ben bahçemde bir yere gömmüştüm. Şimdi onun yerini benden başka kimse bilmemekte, bana üç gün müsaade edin de o yetimin malını kendisine teslim edip geleyim. Belki huzr-u ilahide ma’zur olabilirim, elimde olmadığı için teslim edemedim derim ama, o yetimin dünyada bundan mahrum olmaması için kendisine teslim etmem daha iyi olur, der.

Hazreti Ömer:

Sen şu anda mahkumsun, müsaade etmemiz mümkün değildir, belki kaçarsın, dedi.

Genç kaçmayacağına dair söz verip kaçmak istese daha evvel kaçmaya teşebbüs edebileceğini söyledi ise de Halife:

Sizi salıvermemiz imkansızdır. Ancak bir kefil olursa o zaman bırakabiliriz buyurdu.

Bunun üzerine genç orada bulunan eshap üzerinde bir bir göz gezdirdikten sonra : Ebu Zerri Gıffari hazretlerini göstererek:

Bu zat bana kefil olur, dedi.

Bu sefer Hz. Ömer:

Ya Eba Zer kefilliği kabul ediyor musun? Diye sordu.

Ebu Zer (r.a.): evet kefil oluyorum. Bu çocuğun üç güne kadar dönüp teslim olacağına inanıyorum, dedi.

Genci serbest bıraktılar. Üç gün içinde gidip geri gelmek üzere müsaade istiyerek ayrıldı. Üçüncü gün olunca ölen adamın çocukları Ebu Zer Hazretlerine: “Ya Eba Zer kefil olduğun adam gelmedi. Kim olduğunu bilmediğin bir kimseye nasıl kefil oluyorsun. Adam bir kere ölümden kurtuldu, bir daha geri gelir mi?” diyerek Ebu Zer Hazretlerini sıkıştırıyorlardı.

Ebu Zer Hazretleri:

Daha üç gün dolmadı. Eğer  üç gün dolar gençte geri gelmezse , şeriatın emri ne ise bana tatbik ediniz. Buyuruyor ve kefaletine sadık olduğunu söylüyordu. Ashabı Kiramı bir üzüntü kaplamıştı. Çünkü genç gelmeyecek olursa Ebu Zer Hazretleri onun yerine idam edilecekti.

Hz. Ömer:

Ya Eba Zer! Eğer vermiş olduğu zamandan sonra gelecek olsa bile zamanı gelince emri ilahiyi tatbik eder, hükmü senin üzerinde infaz ederim, buyurdu.

Bu arada bazı eshap, babası ölen gençlere diyet teklifinde bulunuyorlar, yeter ki Ebu Zer hazretleri idam edilmesin diyorlardı. Fakat onlar bunu kabul etmiyorlar, babamızın katilinin kanı akmadıkça, buradan ayrılmayız diyorlardı. Bu heyecan kasırgası içinde Medine şehri çalkalanırken bütün müminler neticeyi beklemekte idiler ki, tam bu esnada karşıdan bir adamın olanca kuvvetiyle koşarak yaklaşmakta olduğu görüldü. Bu gelen işte o adamdı. Koşarak Huzr-u Halifeye vardı:

Biraz geç kalmakla sizi belki endişelendirmiş olabilirim ama özür dilerim. Görüyorsunuz ki, havalar sıcak, yolumuz uzak, bir binek atım da yok. Ancak gelebildim. Beni mazur görün dedi.

Orada bulunanlar, hakikatten kendisinden ümit kesildiği bir sırada bir adamın koşa koşa ölüme gelmesini taaccüple karşılamışlardı. Hepsi mümin dediğin işte böyle olmalı gibi sözler söylüyorlardı.

Halkın hayret ettiğini gören delikanlı:

Mert olan sözünde durur, mümin olan ahdine vefakar olur. Ölümden kaçmakla kurtulmak mümkün mü? Be dünyada ahde vefa kalmadı sözünü söyletir miyim. Deyip hakkında alınan kararın infaz edilmesini beklediğini söyledi.

Ebu Zer (r.a.) tanımadığı bir adama nasıl olupta kefil olmayı kabul ettiği ve bu genci tanıyıp tanımadığı sorulduğunda, o da şöyle buyurdu:

Hayır, tanımıyordum. Fakat bu hadise İslamın halifesi ve bir çok sahabe huzurunda oldu. Ben orada bu teklifi kabul etmeyim de : Alemde fazilet diye bir şey kalmamış dedirtir miyim. Buyurdu. Bunun üzerine kalblerine merhamet gelen gençler de davalarından vazgeçtiler ve kısas istemediklerini bildirdiler. Onlara kısas yerine diyet teklif edildi. Diyet beytül maldan verilecekti. Biz de davamızdan vazgeçtik. Diyette almayacağız. Dünyada insanlık ve cömertlik kalmadı mı dedirtelim mi? Dediler ve sırf Allah rızası için davalarından vazgeçtiklerini bildirip diyet bile almayacaklarını söyleyerek helallaştılar ve ağlaştılar.

İŞTE İNSAN BUDUR!

Hayat sakin deniz gibi devam etmiyor. Bazan musi­bet dalgalan, sıkıntı fırtınaları arka arkaya diziliyor, imtihan oluyor, ikaz ediliyoruz.

Ayette de Rabbimiz böyle buyuruyor:

İnsanlar iman ettik demekle bırakılacaklar, im­tihan olmayacaklar mı sanıyorlar?..

Bazan biz de öyle gaflete dalıyor, imtihan olacağımızı pek aklımıza getirmiyoruz. Ama bu dalgınlık, bu gaflet çok sürmüyor, hemen bir imtihan geliyor peşinden…

Ya bir hastalık, ya bir musibet, ya da bir iş güç zor­luğu bizi sıkıştırmaya başlıyor.

Böylesi sıkıntılı devrelerde ‘Bu da geçer yahu’ diyerek sabretmeyi esas alanlar, elbette imtihanı kazanıyor, so­nunu zaferle tamamlıyorlar…

Ama paniğe kapılanlar, eyvah şimdi ne olacak? di­yenler bir hayli telaş ve heyecan içine giriyorlar…

Okuyucumun yaptığı gibi. Hemen adaklar adamaya başlıyorlar.

Bundan kurtulursam filan yerde bir koyun ke­sip Allah için fakir fukaraya dağıtacağım, diyerek vaatlerde bulunuyorlar.

Sonra, Rabbimiz merhamet ediyor, sağ salim musi­betten sıyrılıyorlar. Sıra-geliyor adağım yerine getirmeye…

Bu defa da şeytan başlıyor vesvese vermeye:

Adadığın kurbanı kesmesen ne olur ki? Allah (C.C.):ın senin kurbanına ihtiyacı mı var sanki?

Şeytan bu ya, vazifesini her fırsatta yapacak, buldu­ğu menfezden hemen girmeye çalışacak..

İnsanların, sıkışınca her fedakarlığı göze alıp kurtulunca da vazgeçmeleri neye benziyor biliyor musunuz?

Arab’ın biri hurmanın tâ tepesine kadar çıkmış, hur­ma salkımını torbaya koyarak aşağıya sarkıtmış, hurma­yı kurtarmış. Ama bir de bakmış ki aşağısı pek uzak. Şa­yet bir düşse paramparça olacak. Başlamış adak adamaya

Ya Rabbi, buradan sağ salim inersem bir deve kurban edeceğim. Beni sağ salim indir…

Titreye titreye inerken bakmış ki, tehlike azaldı. Yer yakınlaşıyor. Fikrini değiştirmiş:

Ta Rabbi, demiş, bir deve büyük olur. Bir koç kurban edeyim.

Biraz daha inivermiş aşağıya. Bakmış ki tehlike daha da azaldı. Bu defa da fikrini değiştirmiş.

Ya Rabbi, bir koç da büyük olur. Bu kuzu kurban edeyim.

Biraz daha aşağıya inince bakmış ki, tehlike büsbü­tün azaldı. Bu defa ne yapmış biliyor musun?

Ya Rabbi, demiş. Kurban m urban ma fiş!.. Atmış kendini aşağıya…

İnsan budur işte. Sıkışınca başka, kurtulunca da bir başka.

Bir âyet-i kerime insanın bu halini daha çarpıcı şe­kilde nazara veriyor:                        

Bindiğiniz geminiz batsa, bir tahta parçasına tutunup batmak üzere olduğunuz sırada ümid ettiği­niz bütün sebepler yok olur. Can-ı gönülden Allah di­ye feryad edersiniz… Herşeyi vaad eder, her iyiliği yapmaya niyet edersiniz… Ne zaman Allah (C.C.) size sebepler halkeder, karaya çıkarsınız. Ondan sonra ya­vaş yavaş verdiğiniz sözü unutur, tekrar eski gafleti­nize dalar, yine Hak’dan yüz çevirirsiniz. İşte insan böyle unutkandır, küfran-ı nimettedir.

Evet, evet insan böyledir. Tehlikeyle, musibetle yüz yüze gelince hemen Allah’a yüzünü çevirir, söz verir, va-adde bulunur. Ama tehlike geçip de işi yine yoluna gir­meye başlayınca tıpkı Arab’ın yaptığı gibi:

Kurban murban ma fiş! der, sözlerini de vaadlerini de unutur. Yine eski gafletine, ihmal ve tembelliğine dalıp gider. Hey gidi gafil insan hey! İnşallah siz böyle de­ğilsiniz…



Konuya ilişkin Kahoot’a buradan ulaşabilirsiniz ;

Sevgini paylaş

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir