İstişare (meşveret), insanların bir konuda görüş alışverişinde bulunması, doğruya ulaşma adına başka bir kimsenin görüşüne başvurma anlamına gelir. Cenâb-ı Hak, Kur’ân-ı Kerim’de “Onlar için mağfiret dile ve işleri onlarla müşavere et.” (Âl-i İmran, 3/159) ve “İş le ri ni is ti şa re ile yü rütür ler.” (Şurâ, 42/38) âyet-i kerimeleriyle istişarenin, müminlerin karar vermeden önce başvurmaları gereken çok önemli bir prensip olduğunu ifade eder.

Hz. Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem), Hz. Ebûbekir ve Hz. Ömer için: “Siz bir danışmada oy birliğine varırsanız, ben size aykırı hareket etmem.” buyararak istişareye verdiği ehemmiyeti dile getirmiştir.(Ahmed bin Hanbel, Müsned, 5/227)

İstişâre edenin “asla pişman olmayacağını” ifade eden Peygamber Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), her fırsatta ümmetini istişâreye teşvik etmiş; kendisi de Bedir’de Ebû Sufyân’ın geldiğini haber alınca ne gibi tedbir alınacağı konusunda Ensar’a danışmış; ayrıca Bedir esirleri konusunda, Uhud ve Hendek savaşları öncesinde, Hudeybiye’de İfk hâdisesinde, ezan konusunda olduğu gibi pek çok mevzûda ashâbıyla istişâre etmiştir.

Bir hadislerinde, “Bir millet istişâre ettiği müddetçe zillete düşmez” buyuran Efendimiz, bir meselede kişisel görüşler yanılabilirse de topluluğun görüşünde isabet olacağını ifade buyurmuştur. 

İstişâreye yani danışmaya, Yüce Allah’ın emri, Peygamber Efendimiz’in sünneti olarak önem verilmelidir. Atalarımız da “Ulu sözü dinleyen, ulu dağlar aşar.”, “Akıl akıldan üstündür” diyerek, istişârenin gerekliliğini kısa ve öz bir şekilde ifade etmişlerdir.

İstişare Kur’ân’ın Bir Emridir 

“Yapacağın işi, daha önce bunu denemiş, tecrübeli kimseye danış çünkü o, kendisine pahalıya mal olmuş doğru görüşleri sana bedavaya verir.” der Lokman Hekim. Bir kimse, ne kadar zeki ve tecrübeli olursa olsun, meselelerini çözme noktasına istişareye başvurmuyorsa yanlış bir yolda demektir. Nitekim akıl ve zekâ itibariyle insanların en önde olanı Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) bile meselelerini istişare ederek halletmiştir. Asr-ı Saâdette bunun pek çok örneği yaşanmıştır. İşte bir misal:

Peygamber Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) Bedir savaşı öncesinde kendilerine en yakın kuyunun kenarını karargâh yapmak ister. Bu sırada Ashab’tan Hz. Hubâb el-Cümuh, Peygamberimize, 

“Yâ Resûlallah! Burayı, Allah’ın seni yerleştirmiş olduğu ve bizim ileri geri gitmeye yetkimiz olmayan bir yer olarak mı seçtin? Yoksa bu bir görüş, bir harp taktiği midir?” diye sorar. Efendimiz, 

“Hayır; bu bir görüş ve bir harp taktiğidir” der. Bunun üzerine sahâbî efendimiz, 

“O halde yâ Resûlallah! Burası uygun bir yer değil. Orduyu buradan kaldırıp düşmana en yakın kuyuya gidelim. Orada bir havuz yapıp içine su dolduralım, geride kalan kuyuları tahrip edelim, düşman istifade edemesin” der. 

Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), 

“Sen güzel bir fikre işaret ettin” buyurur ve bu sahâbînin dediği şekilde hareket eder. 

Evet istişare Kur’ân’ın emridir ve bu itibarla da bir ibadettir. Kur’ân hakikatlerini kendisine rehber edinenlerin, Kur’ân’ın bu emrine itaat etme leri ve meselelerini istişare ile hâlletme yoluna gitmeleri şarttır.

İstişarenin mânâsında insanların birbirlerine ihtiyaç duymaları vardır. Diğer bir tabirle birbirlerini seven, birbirlerine ihtiyaç duyan ve birbirlerinin fikirlerine hürmet edenlerdir ki, ara larında meşvereti bir esas olarak kabul eder ve öyle hareket ederler. İşin ehliyle danışmadan kendi başına hareket eden kimse çalışma arkadaşlarını sevmiyor, onlara ihtiyaç duymuyor ve kendi görüşünü daima üstün gördüğünden onların fikirlerine itibar etmiyor demektir. 

Başkasına muhtaç olmayan bir kimse düşünülemeyeceğine göre başkasıyla istişare etmeyen kimse acizlik, noksanlık ve ihtiyaçtan ibaret olan mahiyetini bilmiyor demektir. Bu ise bir insan için büyük bir tehlikedir. İstişareye önem vermek kişinin noksanlığından değil; olgunluğun dan ve daha çaplı ve daha sağlam hizmet vermeyi düşünme sinden kaynaklanır.

“İstişare eden, hakikate ulaşmaktan mahrum olmaz.” der İmam Gazali. Pişmanlık yaşamamak için alınacak kararların öncesinde mutlaka istişare yapılmalıdır. Bir mümin, ister şahsî işleri ile ilgili olsun isterse aynı yolu paylaştığı arkadaşları ile olan ortak işlerlerini mutlaka istişare etmelidir. 

Nitekim bir aklın tek başına vereceği kararın isabetlilik derecesiyle, on aklın ortak bir şekilde vereceği kararın isabetlilik derecesi elbette ki aynı olamaz. Öyle ise istişaresiz asla bir iş yapmamalı. İstişaresiz iş yapanlar kendi şahsi düşüncelerine göre hareket ediyorlar demektir. Bu tarz insanların hata yapmaları çok daha kolaydır. Bir mümin prensip itibariyle her şeyden önce kendi akıl ve tecrübesine değil, istişareye, kolektif şuura ehemmiyet vermelidir. 

Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) vahye mazhar olduğu halde sahabileri ile istişâre etmiş olması, salt akıldan ziyade kolektif şuura verdiği önemi göstermektedir. Peygamber Efendimiz’in bazen rey ve görüş sahiplerine birer birer düşüncelerini açarak, bazen de görüş sahiplerini bir araya getirerek plân ve projelerini sağlam bir zemine oturttuğu ve böylece fikirlerini bütün bir topluma mâl ettiği görülmektedir. 

Şurası bir gerçektir ki, istişare sonucu alınan karar, fikrî katkısı olan herkesi sorumlu kılar. Fikri alınanların, kendilerini sorumlu hissederek ellerinden geleni yapacakları için, alınan kararın müspet neticesi daha garantilidir. Mesuliyet duygusu, ferdî şahsiyetin temeli olması sebebiyle bu istişare prensibinin terbiye edici bir hususiyeti vardır.

Peygamberimiz istişarenin gücünü çok iyi kullanarak, bir meseleye herkesin sahip çıkmasını sağlamıştır. Bu da insanların verimliliği açısından çok önemlidir. Zira insanlar bir meselede, kendi fikirlerinin de sorulmasından onore oldukları gibi, fikirleri alınan meselelere daha iyi sahip çıkarlar. Bu da verimliliği olumlu yönde etkiler. 


Konuya ilişkin Kahoot’a buradan ulaşabilirsiniz ;

Sevgini paylaş

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir