Âlim Kimdir?
İslâm’da âlim; Allah’ın kitabı Kur’ân-ı Kerim başta olmak üzere Peygamber Efendimiz’in hadislerini ve bütün sünnetini bilen, diğer İslâmî ilimlerden gerektiği şekilde haberdar olup ileri seviyede bir bilgi birikimine ulaşmış kimseye denir.
Âlim bir zat, kendisinde olan ilmin çalışması sayesinde Allah tarafından verildiğini bilir. Onun için ilmini Allah’ı hoşnut edecek biçimde kullanır.
Dolayısıyla böylesi bir ilim, sahibini Allah’dan uzaklaştırmaz, O’na daha da yakınlaştırır. Zaten Cenâb-ı Hak da Kur’ân-ı Kerim’de, “… Allah’ın kulları arasında ondan en çok korkan âlimlerdir.” (Fâtır, 35/28) “Bilmiyorsanız ilim erbâbına sorunuz.” (Nahl, 16/43) buyurarak alimlerin kendi katındaki değerini ifade etmiştir.
Peygamber Efendimiz de âlimleri, bilhassa da ilimleriyle amel eden âlimleri övmüştür. İnsanları ilimleriyle irşâd edip, onlara ilmini duyuran kimseyi Allah toplum içinde sözü dinlenir kimse kılar. “Âlimler peygamberlerin vârisleridir” buyuran Resûlullah âlimlerin toplumu yönlendirme hususunda peygamberlere vekil olduklarını beyan etmiştir.
Ebü’d-Derda’dan rivayet edilen bir hadiste Peygamber Efendimiz âlimleri şu şekilde övmüş ve müjdelemiştir: “Her kim bu ilim yoluna girer ve ondan bir ilim talep ederse; Allah onu Cennet yollarından bir yola koyar ve ilim isteyene melekler kanatlarını gererler. Bunu o âlimin uğraşısından hoşlandıkları için yaparlar. Peygamberler ne dinar ne de dirhem miras bırakmadılar. Onlar yalnız ilmi miras bıraktılar. Şu hâlde onu alan çok büyük bir nasip almış olur.”
Gerçek Bir Âlimin Özellikleri Nelerdir?
En başta alanıyla alâkalı bütün eserlere hâkimdir. İlmi donanımı, bilgi birikimi itibariyle yeterli bir seviyeye ulaşmıştır.
İlmiyle amildir. Yani kafasındaki teorik bilgiyi hayatına yansıtır. Bu şekilde yaşantısıyla da insanlara örnek olur.
Kendi uzmanlık alanı dışındaki yerlerde hüküm vermekten çekinir, bildiklerinin doğruluğunu sürekli olarak araştırır.
İlmin değerini ve faziletini bilmeyenleri ikaz ederek devamlı insanları ilme, öğrenmeye teşvik eder
Birikimini diğer insanlarla paylaşır, onların da cehâletten kurtulmaları için çaba gösterir.
Yumuşak huylu, ağır başlı, sabırlı ve mutevazıdır. İlmiyle kibirlenmez, büyüklenmez. Kişiye olgunluk ve tevazu vermeyen, kibir ve gurura sevk eden hangi ilim olursa olsun o ilim, Efendimiz’in ifadesiyle “faydasız ilim” dir.
Hz. Ali gerçek alimin özelliklerini şöyle anlatır: “Size gerçek âlemi haber vereyim mi? Gerçek âlim, insanları Allah’ın rahmetinden ümitsizliğe düşürmez. Onlara Allah’a isyan hususunda cesaret vermez.
Kur’ân-ı Kerim’i asla terk etmez. İçerisinde bilgi ve şuur olmayan bir ibadette hayır olmadığı gibi içerisinde amel olmayan bilgide de hayır yoktur. Aynı şekilde içinde takvanın olmadığı ibadette ve içerisinde düşünmenin bulunmadığı okumada da hayır yoktur.”
İslâm âlimi, toplumu yönlendiren ve Allah’ın hükümlerinin uygulanmasında titizlik gösteren bir rehberdir. Onlar, bir fener gibi bizim önümüzü aydınlatırlar.
Veli/Evliya Kimdir?
Veli kelimesi mânâsı itibariyle dost, yaren, arkadaş demektir. İslâmi terminolojide ise veli, Allah dostları, Allah’ın sevgili kulları anlamına gelir.
Veli kelimesi, aynı zamanda Allah’ın isimlerinden biridir ve O’nun isim olarak anlamı; kullarını seven, onları düşünen, onlara dost ve yardımcı olan demektir.
Evliya kelimesi her ne kadar veli kelimesinin çoğulu olsa da kullanım itibariyle bu kelimenin çoğul olduğu düşünülmez ve bir kişiye de evliya denir. Cenâb-ı Hak Kur’ân-ı Kerim’de, “İyi bilesiniz ki Allah’ın velîlerine korku yoktur, onlar üzüntüye de uğramazlar. Velîler o kimselerdir ki O’na iman edip, emirlerine aykırı hareketlerden sakınırlar” (Yûnus, 10/62) buyurarak bu seçkin kullarının iki temel vasfından bahseder.
Bu vasıflardan birincisi Allah’a iman, diğeri ise O’na karşı takvalı olmaktır. İmanın ne demek olduğunu zaten biliyoruz. Gelelim takvaya.
Takva, dinin emirlerini hassasiyetle yerine getirip, haramlardan da olabildiğine uzak bir hayat yaşamaktır. İşte Allah’ın sevgili kulları olan veliler, O’nun emir ve rızası dışına çıkmamaya özen gösterirler ve hep hayır peşinde koşarlar.
Velilere inanmak haktır. Evliyaları kabul etmemek, Kur’ân âyetlerini inkar mânâsına gelir. Allah’ın veli kulları her devirde olmuşlardır ve kıyamete kadar da olmaya devam edeceklerdir.
Veli, görüldüğünde, Efendimiz’in ifadesiyle Allah’ı hatıra getiren kimsedir. Böyle insanların iç âlemleri huzur doludur. İç âlemlerindeki nuraniyet, dışlarına da akseder ve onları görmek, insana huzur verir.
Müctehid Kimdir?
Müctehid mânâ itibariyle Arapça “İçtihad” kelimesinden türetilmiştir. İçtihad âyet ve hadislerden hüküm çıkarma anlamında kullanılır. Âyet ve hadislerden hüküm çıkarma ilmî gücüne, böyle bir donanıma sahip olan âlim zata da “müctehid” denir.
Her âlim müctehid değildir. Çünkü âyet ve hadislerden hüküm çıkarmak ve içtihad gerektiren konuları çözebilmek için bazı şartlar gerekir. Bu şartlar şunlardır:
Birincisi, müctehid, Kur’ân dili olan Arapça ve Arap dilinin özelliklerini çok iyi bilmelidir. Çünkü Arapça’ya hakim olmayan bir insanın, Kur’ân’ı anlayıp hüküm çıkarması mümkün değildir.
İkincisi, Kur’ân ilmine sahip olmalı, yani Kur’ân’da hüküm ifade eden âyetlerin inceliklerini, özelliklerini iyi bilmelidir.
Üçüncüsü, sünneti bilmelidir. Çünkü dinimizde Kur’ân’dan sonra ikinci kaynak sünnettir. Sünneti iyi bilmeyen bir insanın dini hüküm vermesi doğru değildir.
Dördüncüsü, üzerinde icma (ittifak) ve ihtilaf edilen konuları bilmelidir. Yani müctehid, kendisinden önceki müctehidlerin bir mesele hakkındaki görüşlerini bilmeli, onları değerlendirme gücüne sahip olmalıdır.
Bunun dışında İslâm âlimleri bir müctehidde, İslâmi hükümlerin amaçlarını bilmek, doğru bir anlayış ve iyi bir takdir gücüne sahip olmak, iyi niyet ve sağlam bir itikad sahibi olmak gibi şartlar da aramışlardır.
Müceddid Kimdir?
Cenâb-ı Allah, insanlara doğru yolu göstermek için peygamberler göndermiştir. Bu peygamberlerin sonuncusu Peygamberimiz Hz. Muhammed’dir (sallallâhu aleyhi ve sellem). Ondan sonra artık peygamber gönderilmeyecektir. Diğer ümmetlerde olduğu gibi Peygamberimiz’in ümmeti arasında da zamanla bidat ve hurafeler baş gösterebilir ve bunun neticesinde Müslümanlar dinden ve Peygamberimiz’in sünnetinden uzaklaşmakla karşı karşıya kalabilirler. Toplum içinde çıkan bidatlere karşı koyacak, dine yapılan saldırılar karşısında dini savunacak, yeni meselelere çözümler bulabilecek ve Müslümanlara yeniden dinlerini öğretip onları yönlendirecek şahsiyetlere de bu ölçüde ihtiyaç hissedilir ki, peygamberlik müessesesi sona erdiğinden ve bundan sonra artık peygamber gelmeyeceğinden bu görev, Peygamberimiz’in ümmetinden bazı seçme insanlara düşmektedir. İşte bu insanlara “müceddid” denilmektedir. Allah Resûlü, “Şüphesiz ki, Allah her yüzyılın başında bu ümmete dînî işlerini yenileyecek bir müceddid gönderecektir” buyurarak bu hakikati dile getirmektedir.
İslâm alimleri bir müceddidde şu vasıfların olması gerektiğini söylemişlerdir:
Berrak bir zihin, keskin bir görüş, dosdoğru bir düşünüş, ifratla tefrit arasındaki orta yolu bulma ve buna riayet etmeye ait nadir kudret, asırlar boyu yerleşip kökleşmiş kanaatlerin ve yeni durumların tesiri altında kalmaktan sıyrılmış tefekkür gücü, doğru yoldan sapıtmış olan zamanının gidişi ile mücadele cesareti, yeniden kurmak ve içtihad etmek için gerekli olan ve Allah tarafından bağışlanmış bulunan liderlik ve önderlik kabiliyeti.
Ayrıca müceddidin İslâm esaslarını gönlünün derinliklerinden kabul etmiş ve kendi görüş, anlayış ve duyuşu içinde gerçekten inanmış olması, en küçük işlerde bile İslâm ile câhiliyyetin farkını bilmesi, asırların topladığı çıkmazlar yığını altından hakkı, gerçeği gün yüzüne çıkarması gereklidir.
Müceddid, “yenileyen” anlamına gelmektedir. Bir de “müteceddid” kelimesi vardır ki, bu kelime, “reform yapmak, deformasyon görmüş bir şeyi yeniden şekillendirip ayrı bir biçime koyma” anlamına gelmektedir.
Maalesef günümüzde bu iki kelime birbirine karıştırılmaktadır. Tecditte herhangi bir zorlama olmadan eski hâline getirme, asliyetine kavuşturma söz konusudur; teceddüdde ise reform yapma, deformasyon görmüş bir şeyi yeniden şekillendirme ve ayrı bir biçime koyma mevzu bahistir. Dinimizin aslı hiç bozulmamış ve deforme olmamıştır ki, reforma tabi tutulsun!
Binaenaleyh Müslümanlıkta yapılan, teceddüd değil, tecdiddir. Tecdit hareketi, öteden bu yana devam edegelmiştir. Allah Resûlü’nden sonra Müslümanlar zaman zaman aşk ve şevklerini, İslâmi coşkunluklarını kaybetmişlerdir. Müceddid, bütün meseleleri teleskop gibi gözüyle müşahede ederek, İslâm’ın üzerine konan tozu toprağı silmiş, onlara asıl saffetini göstermiştir.
Her devrin müceddidinin, devrine göre vazifeleri vardır. O, devrindeki dini duygu ve düşünceyle alâkalı en büyük hastalığı teşhis eder ve onun tedavisi için çalışır.