Anne-baba, insanın en başta hürmet edeceği kudsî iki varlıktır. Onlara hürmette kusur eden, Hakk’a karşı gelmiş sayılır. Onları hırpalayan, er-geç hırpalanmaya maruz kalır. İnsan, daha küçük bir canlı hâlinde var olmaya başladığı günden itibaren, hep, anne-babanın omuzlarında ve onlara yük olarak gelişir. Bu hususta ne peder ve vâlidenin çocuklarına karşı olan şefkatlerinin derinliğini tayine, ne de onların çektikleri sıkıntıların sınırını tespite imkân yoktur. Bu itibarla, onlara hürmet ve saygı, hem bir insanlık borcu, hem de bir vazifedir. Ebeveynin kadrini bilip, onları Hakk’ın rahmetine ulaşmaya vesile sayanlar, bu dünyada da, öteler ötesinde de en talihlilerdendir. Onların varlıklarını istiskal edip, hayatlarına karşı bıkkınlık gösterenler ise, sürüm sürüm olmaya namzet bir kısım uğursuzlardır. İnsan, peder ve vâlidesine karşı hürmeti nispetinde Yaratıcısına karşı da hürmetkâr sayılır. Onlara hürmeti olmayanın, Allah’a (celle celâlühü) da hürmet ve saygısı yoktur.
Günümüzde, ne garip tecellidir ki, sadece Allah’a karşı saygısız olanlar değil, O’nu sevdiğini iddia edenler bile, anne ve babalarına sürekli saygısızlıkta bulunmaktadırlar. Evlât, anne ve babasına fevkalâde hürmetli ve itaatkâr, onlar da, en az onun cismaniyetine verdikleri ehemmiyet kadar kalbî ve ruhî hayatına ehemmiyet verip, onu bir an evvel en maharetli hekimlerin terbiyesine teslim etmelidirler. Çocuğunun kalb ve ruhunu unutan anne-baba ne cahil, böyle bir görgüsüzlüğe kurban giden çocuk, ne talihsizdir..! Anne-babanın hukukunu hiçe sayan ve onlara isyan eden evlât “insan bozması bir canavar”, çocuğun mânevî hayatını garanti etme gayretinden mahrum ebeveyn de merhametsiz birer gaddardırlar. Ve hele, çocuk yolunu bulup kanatlandıktan sonra onu felç eden anne ve babalar..! Yuva, toplumun temel unsurudur. Orada fertler ne kadar birbirlerinin hak ve vazifelerine karşı saygılı olurlarsa, toplum da o kadar sağlam ve sıhhatli olur. Yoksa, yuvada yitirilen şefkat ve hürmeti toplum içinde aramak beyhûdedir..