SARAYDAN ZİNDANA
ثُمَّ بَدَا لَهُمْ مِنْ بَعْدِ مَا رَاَوُا الْاٰيَاتِ لَيَسْجُنُنَّهُ حَتّٰى حٖينٍ ﴿٣٥
35. Saray idaresi, gerçeği bilmelerine ve suçun kimde olduğunun delillerini gözleriyle görmelerine rağmen bir müddet için Yusuf’u hapse atmayı uygun buldular.
Kıssamızın bu bölümünde, suçsuzluğu anlaşılan Hz. Yusuf’un hapse atılmakla sınandığını göreceğiz. Zulme uğratılmış suçsuz bir insana, -yüreği her ne kadar suçsuzluğun getirdiği güvenceyle rahat olsa da- hapis cezası kuşkusuz çok daha ağır gelecektir. Bu sınav dönemi süresince, Allah’ın Hz. Yusuf üzerindeki nimetleri somut bir biçimde ortaya çıkacaktır. Allah, Hz. Yusuf’a rüyaları yorumlayabilme, başlamış olayların yakın gelecekte nasıl noktalanacağını önceden bilebilme gibi ilahi bir bilgi bahşedecektir. Yine Allah’ın nimeti olarak sonuçta Hz. Yusuf, kralın huzurunda suçsuzluğunu resmen, açıkça ve mutlak bir biçimde ilan edecek; gayp aleminde önceden yazıldığı üzere onun önemli bir makam, mutlak bir güven ve olağanüstü bir yöneticilik elde etmesini sağlayacak tüm yetenekleri ortaya çıkacaktır. En önemlisi de peygamberlik vazifesi ona burada yani medrese-i yusufiyede verilecektir.
Kadın, tehdit sonrası gösterdiği çabalardan da umudunu kesmiş; bu mesele iyice dallanıp budaklanarak belki de sokaktaki halkın bile diline düştüğü için artık “aristokratlığın” onurunu korumak gerekiyordu. Azizin de ailesini temize çıkarıp zevâhiri kurtarmak ve olayı örtbas etmek istediği anlaşılmaktadır. Ayrıca kadın da Yûsuf’un itaatsizliğini cezalandırmak istemektedir. Bu da suçu köleye yükleyerek onun belli bir süre hapse atılmasıyla mümkündü. Bu sebeple bütün delillerin Yûsuf’un günahsız, kadının ise suçlu olduğunu göstermesine rağmen Aziz ve arkadaşları, Yûsuf’un bir süre zindana atılmasını uygun gördüler.
وَدَخَلَ مَعَهُ السِّجْنَ فَتَيَانِؕ قَالَ اَحَدُهُمَٓا اِنّٖٓي اَرٰينٖٓي اَعْصِرُ خَمْراًۚ
وَقَالَ الْاٰخَرُ اِنّٖٓي اَرٰينٖٓي اَحْمِلُ فَوْقَ رَأْسٖي خُبْزاً تَأْكُلُ الطَّيْرُ مِنْهُؕ نَبِّئْنَا بِتَأْوٖيلِهٖۚ
اِنَّا نَرٰيكَ مِنَ الْمُحْسِنٖينَ ﴿٣٦
36. Zindana O’nun yanına iki de genç girdi. Bir gün içlerinden biri, Yusuf’a gördüğü bir rüyayı anlattı: “Rüyamda kendimi şarap yapmak için üzüm sıkarken gördüm.” Bunun üzerine diğeri de “Ben de” dedi, “rüyamda başımın üstünde ekmek taşıyordum ve kuşlar onu gagalıyordu.” “Bu rüyaların yorumu nedir, bize söyler misin? Doğrusu biz seni çok hayırlı, pek iyiliksever biri olarak görüyoruz.” dediler.
Buradaki ayetlerde, Hz. Yusuf’un hapiste ne işler yaptığı ne denli dürüst ve iyi bir insan olduğunun anlaşıldığı, herkesin ona gıpta ettiği, tüm tutukluların sonsuz güvenini kazandığı, yersiz bir kaprisle kendilerine kızıldığı için hapse atılmış kimselerin bulunduğu vb. hususlara değinilmiyor. Tüm bu ayrıntılar bir yana bırakılarak hemen, Hz. Yusuf hapisteyken onunla arkadaş olmuş iki delikanlının (biri kralın şarapçısı, diğeri kralın ekmekçisi) gördükleri rüyaları ona anlattıkları bir sahneye geçiliyor. Ayetin akışından anlıyoruz ki Hz. Yusuf’un zindana atılmasının üzerinden bir süre geçmiş, bu arada iki genç daha zindana atılmışlar ve onunla aynı ortamda kalmışlar. Onu iyi bir şekilde tanıyabilme imkanları olmuş ve O’nun görüşlerine değer vermeye başlamışlar. Hz. Yusuf’un temiz, dindar, sürekli Allah’ı hatırlayan iyi bir kul ve ahlâklı bir insan olduğunu anlayan bu iki delikanlı, ondan rüyalarını yorumlamasını istemektedir.
قَالَ لَا يَأْتٖيكُمَا طَعَامٌ تُرْزَقَانِهٖٓ اِلَّا نَبَّأْتُكُمَا بِتَأْوٖيلِهٖ قَبْلَ اَنْ يَأْتِيَكُمَاؕ ذٰلِكُمَا مِمَّا عَلَّمَنٖي رَبّٖيؕ
اِنّٖي تَرَكْتُ مِلَّةَ قَوْمٍ لَا يُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ وَهُمْ بِالْاٰخِرَةِ هُمْ كَافِرُونَۙ ﴿٣٧
37. Yusuf, “(Bakın, şimdi size yemek gelecek.) Size yemeniz için ne zaman herhangi bir yemek gelecek olmasın ki onun ne ve nasıl bir yemek olduğunu daha gelmeden önce size bildirmeyeyim. Bu bilgi, Rabbimin bana öğrettiklerindendir. Çünkü benim, Allah’a (inanılması gerektiği biçimde) inanmayan ve Âhiret’i de inkâr içinde bulunan bir halkın diniyle ve yoluyla hiç ilgim olmadı.
Hz. Yusuf (a.s.), bütün Rasûller gibi, Allah’ın dinini başkalarına anlatma hususunda karşısına çıkan her fırsatı değerlendirmekte ve insanlar nezdindeki itibarını bu yönde kullanmaya çalıştığını bu ayette görebiliyoruz. Muhataplarının zihinlerinin ve kalplerinin açık olduğu bir anda bu fırsatı onların gönüllerine hakkı anlatabilmek için değerlendirmeye çalışmaktadır. Ayrıca bu ayetten anlaşıldığına göre, nasıl Hz. İsa (a.s.)’ın peygamberliğine delil olan mucizeler içinde insanların neler yediklerini ve evlerinde neler biriktirdiklerini bilmekte “Ne yediğinizi ve evlerinizde neyi biriktirdiğinizi size haber veririm.” (Âl-i İmran Sûresi/3: 49) diyerek bu mucizesini insanlara göstermişse, O’ndan önce Hz. Yusuf (a.s.) da benzer bir mucize ile serfirazdır. O, dinini zindan arkadaşlarına tebliğ ederken bu mucizeyi anıyor ve bu bilgiyi kendisine Allah’ın verdiğini belirtiyordu. Hz. Yusuf, bu iki hapishane arkadaşıyla yaptığı konuşmaya, onların kafasını kurcalayan konudan başlıyor. Önce, rüyalarını yorumlayacağını söyleyerek onları rahatlatıyor. Bunu da Rabbinin kendisine verdiği bilgi ile yapabileceğini, kendi imkanları ile elde edilebilecek bir bilgi olmadığını vurguladıktan sonra nasıl bir Rabb’e inandığını izah ediyor. O, tıpkı kendisinden önceki ataları gibi sadece ve sadece Allah’a kulluk ettiğinden, kulluk noktasında O’na hiçbir şeyi ortak koşmadığından, Allah’ın da mükâfat olarak kendisine özel bir bilgi verdiğini anlatıyor.
وَاتَّبَعْتُ مِلَّةَ اٰبَٓاءٖٓي اِبْرٰهٖيمَ وَاِسْحٰقَ وَيَعْقُوبَؕ مَا كَانَ لَـنَٓا اَنْ نُشْرِكَ بِاللّٰهِ مِنْ شَيْءٍؕ
ذٰلِكَ مِنْ فَضْلِ اللّٰهِ عَلَيْنَا وَعَلَى النَّاسِ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَشْكُرُونَ ﴿٣٨
38. “Ben, daima atalarım İbrahim, İshak ve Yakub’un dinine ve yoluna uydum. Bizde asla Allah’a şirk koşmak yoktur. (Bu Tevhid inancı ve insanları bu inanca çağırması,) Allah’ın bize ve aslında bütün insanlara çok büyük bir lütf u ihsanıdır; ama gel gör ki insanların çoğu, (böyle bir lütf u ihsandan dolayı Allah’a) şükretmemekte (ve bu çağrıya müsbet cevap vermemektedir).
Bu olay, Hz. Yûsuf’un risâletini tebliğe başladığı ilk olay olmalıdır. Zira bundan önce tebliğde bulunduğunu gösteren herhangi bir işaret yoktur. Ona güvenen ve ondan rüyalarının yorumunu isteyen iki arkadaşına o, gayet nazik bir şekilde hitap ederek rüya yorumlama ilminin kehânet ve falcılık değil, Allah’ın, kendisine vahyettiği ilimlerden olduğunu bildirmiştir.
Hz. Yûsuf, aynı zamanda İbrâhim, İshak ve Yakûb aleyhisselâmın kendisinin ataları olduğunu söyleyerek kimliğini de ilk defa açıklamış bulunmaktadır. Ayrıca O’nun da kendisinin Allah tarafından vahyedilen dini tebliğ etmek için seçilmiş olduğunu, dolayısıyla bir eğitim ve imtihan sürecinden geçtiğini bildiğini görüyoruz.
يَا صَاحِبَيِ السِّجْنِ ءَاَرْبَابٌ مُتَفَرِّقُونَ خَيْرٌ اَمِ اللّٰهُ الْوَاحِدُ الْقَهَّارُؕ ﴿٣٩
39. “Ey benim hapishane arkadaşlarım! (Kâinatın varlık ve idaresini) farklı farklı rablere vermek ve bunlara ibadet etmek mi makul ve hayırlı olan yoldur, yoksa tek ve (bütün varlı üzerinde) mutlak hâkim olan Allah’a mı?
Hz. Yusuf “Arkadaşlarım” diyerek, muhataplarının sevgisini kazanıyor. Buradan hareketle de çağrısının özüne, inancının temeline inmeye başlıyor. Onları kendi inanç sistemine hemen doğrudan çağırmak yerine, önce onların dikkatini çekmek ve düşünmeye sevk etmek için nesnel bir soru yöneltiyor: “Çok sayıda ilaha inanmak mı, yoksa ezici iradeli tek Allah’a inanmak mı daha iyidir?”
مَا تَعْبُدُونَ مِنْ دُونِهٖٓ اِلَّٓا اَسْمَٓاءً سَمَّيْتُمُوهَٓا اَنْتُمْ وَاٰبَٓاؤُ۬كُمْ مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ بِهَا مِنْ سُلْطَانٍؕ
اِنِ الْحُكْمُ اِلَّا لِلّٰهِؕ اَمَرَ اَلَّا تَعْبُدُٓوا اِلَّٓا اِيَّاهُؕ
ذٰلِكَ الدّٖينُ الْقَيِّمُ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ ﴿٤٠
40. “O’nu bırakıp da kendilerine taptığınız şeyler, sizin ve atalarınızın uydurduğu birtakım isimlerden ibarettir. Allah, onların ilâh ve ma’bud olabileceklerine dair hiçbir delil indirmemiştir. Şurası bir gerçek ki, mutlak manâda hükmetme yetkisi sadece Allah’a aittir. O, Kendisinden başka hiçbir varlığa ibadet etmemenizi emretmiştir. Budur doğru ve her bakımdan sağlam din. Ne var ki, insanların çoğu bilmemekte ve bilgisizce hareket etmektedir.
Bu noktada Hz. Yusuf, o gün yaşadığı coğrafyada hakim olan ve muhtemelen zindan arkadaşlarının da inanmış olduğu çürük inanç sistemini yere sermek üzere son darbesini indirerek, doğruyu açıklıyor: Otorite kimin olmalıdır? Hüküm koyma yetkisi kimin olmalıdır? Kime boyun eğilmelidir? Bir başka deyişle, kime “kulluk” edilmelidir? Hz. Yûsuf, aklî deliller getirerek muhataplarına gerçek ve tek Allah’a inanmayı telkin etmektedir.
يَا صَاحِبَيِ السِّجْنِ اَمَّٓا اَحَدُكُمَا فَيَسْقٖي رَبَّهُ خَمْراًۚ وَاَمَّا الْاٰخَرُ فَيُصْلَبُ فَتَأْكُلُ الطَّيْرُ مِنْ رَأْسِهٖؕ
قُضِيَ الْاَمْرُ الَّذٖي فٖيهِ تَسْتَفْتِيَانِؕ ﴿٤١
41. “Ey benim zindan arkadaşlarım! Rüyalarınıza gelince: İlk soran arkadaş, efendisine eskiden olduğu gibi yine şarap sunacak; diğeri ise asılacak ve kuşlar başını gagalayacak. Yorumunu istediğiniz konuda artık hüküm verilmiş bulunmaktadır.”
Âyetin ortaya koyduğu bir gerçek, tabirin rüya için çok önemli olduğu ve rüyanın, peygamber gibi, özellikle bazı şahısların tabirlerine göre tecelli ettiğidir. Bu bakımdan, rüyalar mutlaka rüya tabirini iyi bilen kişilere yorumlatılmalı ve kötü rüyalar kimseye anlatılmamalıdır. Hadis-i şerifte kötü olduğuna inandığımız bir rüya gördüğümüzde, başımıza gelebilecek kötülüklerden bizi koruması için Allah’a dua etmemiz ve sadaka vermemiz tavsiye buyurulmuştur.
وَقَالَ لِلَّذٖي ظَنَّ اَنَّهُ نَاجٍ مِنْهُمَا اذْكُرْنٖي عِنْدَ رَبِّكَؗ فَاَنْسٰيهُ الشَّيْطَانُ ذِكْرَ رَبِّهٖ
فَلَبِثَ فِي السِّجْنِ بِضْعَ سِنٖينَؕ ﴿٤٢
42. Yusuf, o iki arkadaştan kurtulacağına inandığı kişiye, “Beni, (suçsuzluğumu) efendinin yanında anıver!” dedi. Fakat şeytan, o kişinin bunu efendisine söylemeyi unutmasına sebep oldu da Yusuf birkaç yıl daha zindanda kaldı.
Haksız bir şekilde zindana atılmış ve burada unutulmuş olan Hz. Yûsuf, kurtulacağına inandığı gençten kendisinin suçsuz olduğunu ve haksız yere zindana atılmış bulunduğunu krala anlatmasını rica etmiş fakat genç zindandan çıktıktan sonra Hz. Yûsuf’un ricasını unutmuştur. “Fakat şeytan ona, efendisine Yûsuf’tan söz etmeyi unutturdu.” meâlindeki cümle müfessirler tarafından iki farklı şekilde yorumlanmıştır:
a) Şeytan Hz. Yûsuf’a Allah’ı anmayı unutturdu. Böylece Yûsuf, zindan arkadaşından kendisinin suçsuz olduğunu krala hatırlatmasını rica etti de kurtuluşu Allah’tan dilemedi. Bundan dolayı Allah onu birkaç yıl daha zindanda tutarak cezalandırdı. Bu konuda rivayet edilen bir de hadis vardır. Resûlullah şöyle buyurmuştur: “Yûsuf bu sözü söylememiş olsaydı, zindanda bu kadar uzun süre kalmazdı. Zira o kurtuluşu Allah’tan başkasından istedi.”
b) Şeytan, zindandan çıkan gence Hz. Yûsuf’un durumunu efendisi krala anlatmayı unutturdu. Dolayısıyla Yûsuf birkaç yıl daha zindanda kaldı. Müfessirlerin birçoğu bu mânayı tercih etmişlerdir. Birkaç yıl ile ilgili de 3, 5 ve 7 yıl gibi farklı değerlendirmeler vardır.
Ayetin devamında Hz. Yusuf’un yaptığı yorumun gerçekleştiği, olayların Hz. Yusuf’un yorumladığı biçimde geliştiği aktarılmıyor. Sahne direk yıllar sonra hükümdarın görmüş olduğu rüya ile devam ediyor. Ancak biz buradan zindandaki iki arkadaşın rüyalarının Hz. Yusuf’un yorumladığı şekilde gerçekleştiklerini görebiliyoruz.
وَقَالَ الْمَلِكُ اِنّٖٓي اَرٰى سَبْعَ بَقَرَاتٍ سِمَانٍ يَأْكُلُهُنَّ سَبْعٌ عِجَافٌ وَسَبْعَ سُنْبُلَاتٍ خُضْرٍ وَاُخَرَ يَابِسَاتٍؕ يَٓا اَيُّهَا الْمَلَأُ اَفْتُونٖي فٖي رُءْيَايَ اِنْ كُنْتُمْ لِلرُّءْيَا تَعْبُرُونَ ﴿٤٣
43. Derken, bir gün ülkenin hükümdarı, “Ben bir rüya gördüm!” dedi: “Rüyamda yedi semiz ineği yedi zayıf inek yiyordu; bir de yedi yeşil başakla birlikte yedi kuru başak vardı. Ey danışmanlarım, bu rüyam ne manâya geliyor beni aydınlatın, tabiî rüya tabir etmeyi biliyorsanız.”
Hükümdar görmüş olduğu rüyanın tesiri ile heyecanla rüyanın yorumunu öğrenmek istiyor. Ancak çevresindeki vezir ve kâhinler bu rüyayı yorumlayamıyorlar. Ya da rüyanın bir kötülüğe işaret olduğunu sezdikleri için bunu kralın yüzüne karşı açıkça söylemeye yanaşmıyorlar. Sûrede şu ana dek üç rüya anlatılmıştır. Hz. Yusuf’un rüyası, onun iki hapishane arkadaşının rüyası ve kralın rüyası. Her birinde de rüyanın yorumu arandı. Rüyalara bu denli önem verilmesi gerek Mısır’da gerek Mısır dışında o dönem toplumun karakteristiğini tanımamıza yardımcı olur. Her peygamber kendi döneminin hükmü ile gelir ve yaşadığı dönem itibari ile insanlara etki edecek mucizeler ile teyit edilirler. Dolayısıyla Hz. Yusuf’a bahşedilen bu ilahi yetenek, yani mucizeleri, kendi çağının atmosferi ve karakteristiğiyle bütünüyle uyuşmaktadır.
قَالُٓوا اَضْغَاثُ اَحْلَامٍۚ وَمَا نَحْنُ بِتَأْوٖيلِ الْاَحْلَامِ بِعَالِمٖينَ ﴿٤٤
44. “Bunlar, karmakarışık düşler; biz böyle düşlerin manâsını bilmeyiz.” diye cevap verdiler.
“Karmakarışık düşler” diye çevirdiğimiz “edgāsü ahlâm” tamlamasındaki “edgās” kelimesi “yaşı kurusu birbirine karışmış çeşitli bitkilerden meydana gelen ot demetleri” anlamına gelir. “Ahlâm” ise “uyku halinde görülen, anlamlı olmayan, ilham tarzındaki rüya gibi bilgi taşımayan düşler”dir. Dolayısıyla bunların bilgiye ulaşma sonucu veren bir yorumu yoktur. Öyle anlaşılıyor ki, Hz. Yusuf’un medrese-i yusufiyedeki eğitim hayatı tamamlanmış, zindan çilesi bitmiş ve hayatında yeni bir dönem başlamak üzere sebepler hazırlanmıştır. Allah Teala O’nu oradan çıkarmak ve sabrının mükâfatını vermek için gerekli ortamı hazırlamıştır. Kral gördüğü rüyadan etkilenmiş ve korkmuş; rüya yorumcularını, üst mevkideki adamlarını (tapınak kâhinlerini) toplayıp, rüyayı onlara anlatarak yorumlamalarını istemiştir. Fakat kâhinler rüyayı yorumlamaktan âciz kalmışlar veya yorumlamaktan korktukları için bu rüyayı karmaşık düşler deyip geçiştirmek istemişlerdir. Ancak rüya, hükümdarı o kadar etkilemişti ki yorumunu öğrenmeyi çok istemektedir. Şimdi sahne Hz. Yusuf’undur, artık konuşma sırası O’na gelmiştir. Zindan vezirliğe gidecek yol başlamak üzeredir.
وَقَالَ الَّذٖي نَجَا مِنْهُمَا وَادَّكَرَ بَعْدَ اُمَّةٍ اَنَا۬ اُنَبِّئُكُمْ بِتَأْوٖيلِهٖ فَاَرْسِلُونِ ﴿٤٥
45. (Zindanda Yusuf’a rüya soran) iki kişiden kurtulmuş olanı, onca zaman sonra Yusuf’u hatırladı ve “Bu rüyanın manâsını ben size bildiririm; hele şimdi bana bir müsaade edin!” dedi ve ayrıldı.
Yıllar önce zindanda unuttuğu salih arkadaşını hatırlayan hükümdarın sâkisi, hükümdarın bu merakını gidermek için zindanın yolunu tutması gerekiyordu. Bu ayette 42. ayetteki unutma fiilinin Hz. Yusuf’a ait olmayıp arkadaşına ait olduğunu da bize göstermektedir. Özgür kaldıktan sonra arkadaşının ricasını unutan sâki, bu rüya ile O’nu hatırlamış ve gidip rüyanın yorumunu öğrenebilmek için zindanın yolunu tutmuştur.