Hemen herkes, bedeniyle bir kısım mükellefiyetler altında olduğu gibi elinde bulunan imkânlar yönüyle de aynı şekilde vazifelerle yükümlü tutulmuştur. Bu mükellefiyetler neticesinde ortaya çıkan sonuç, insanların, ileride kazanıp harcayacaklarıyla değil, o anda ellerinde bulunan imkânları, Allah yolunda harcamakla yükümlü oldukları şeklindedir. Başka bir ifadeyle herkes, Cenâb-ı Hakk’ın kendisine bahşettiği imkânlarla, O’na kullukla mükelleftir. Beş kuruşu olan beş kuruşun, beş bin lirası olan da beş bin liranın içinde, Allah’ın rızasını araştırmalı ve iyi bir kul olmaya çalışmalıdır.
Hususiyle günümüzde, Rabbimiz’in ve Efendimiz’in adlarının dünyanın dört bir köşesine duyurulması istikametinde herkes, sahip bulunduğu imkânları seferber etmelidir. Biri elindeki bir kase yoğurtla koşarken diğeri Sultan Süleyman’ın servetiyle iştirak etmeli ve neticede hep beraber umumi bir kalkınma hamlesi yaşanmalıdır. Zaten sahip olduğu imkânlarla kendini bu davaya adayan biri, Allah katında kendisinden kat kat fazla himmet ortaya koyanlar kadar sevaptan istifade edecektir.
Zira Allah katında, ortaya konulan şeyin miktarı değil, onu ortaya koyarken, içinde bulunulan tavır ve durum önemlidir. Bediüzzaman’ın değerlendirmeleri içinde, ihlâslı bir zerre amel, içinde ihlâs olmayan binlerce amele tercih edilmektedir. Onun içindir ki bazen bir kase yoğurt, Sultan Süleyman’ın Süleymaniye Camii’nden daha ağır gelebilir. Öyleyse vermenin yanında ihlâslı olmak da oldukça önemlidir.
Verme konusunda ihlâslı olmak kadar kişinin sevmiş olduğu şeylerden vermesi de ayrı bir önem arz eder. Nitekim “Sevdiğiniz şeyleri infak etmedikçe iyilikte zirveye ulaşamazsınız”78 âyet-i kerimesi bu hakikati ifade etmektedir. Bununla ilgili olarak sahabeden Hz. Enes İbn Malik (radıyallahu anh) şunları anlatmaktadır:
“Ebû Talha, zenginlik olarak ensarın en ileri gelenlerindendi. En çok sevdiği malı da mescid-i Nebevi’nin karşısındaki Beyruha isimli yer idi. Resûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) oraya girer ve onun temiz suyundan içerdi.
“Sevdiğiniz şeyleri infak etmedikçe iyilikte zirveye ulaşamazsınız.” âyeti nazil olunca Ebû Talha (radıyallahu anh),Allah Resûlü’ne (sallallâhu aleyhi ve sellem) giderek: Allah kitabında “Sevdiğiniz şeyleri infak etmedikçe iyilikle zirveye ulaşamazsınız.” buyuruyor. Benim en çok sevdiğim malım Beyruha’dır. Öyleyse o şu andan itibaren Allah için sadakadır. Mükafat ve iyiliğini Allah’tan umuyorum. İstediğin gibi tasarruf et yâ Resûlallah!” dedi.
Buna mukabil Resûlallah (sallallâhu aleyhi ve sellem): “Ne güzel! bu, ecri bol, mükafatı Ahirette kazandıran bir maldır.İşte bu kazandıran maldır. Onunla ilgili söylediklerini işit-
tim. Ancak bana kalırsa sen, onu akrabaların arasında paylaştır.” buyurdular ve Ebû Talha, onu akrabaları ve amcaoğulları arasında taksim etti.”79
Evet, buradan anlaşıldığına göre mümin, çok sevdiği bir şeyi Allah yolunda vermekle, Allah’ın lütuflarına bir nevi davetiye çıkarmış ve O’nu memnun edecek bir yola girmiş olmaktadır. Bu şekilde hem halk hem de Hak ondan razı olmaktadır.
OKUMA PARÇASI
Verme Mevzuunda Kur’ân’ın
Destanlaştırdığı Sahabi:
Ebû Akil
Sahabe arasında, Medine’nin şerefli ensarından Ebû Akil isminde ve neyi nerede vereceğini çok iyi bilen bir yiğit vardı. Fakirliğine rağmen gelip, elindeki ve avucundakini Allah Resûlü’nün (sallallâhu aleyhi ve sellem) önüne döktüğünden dolayı, münafıklarca horlanıp
kötüleniyordu. Hâlbuki o, bütün bunlara aldırmıyor, boynunda ipi Medine’nin pazarlarında dolaşıyor ve sırtına aldığı eşyayı bir yerden başka bir mekana taşımak suretiyle hamallık yapıyordu. Bunun karşılığında aldığı üç-beş dirhemi ikiye ayırıyor, bir kısmını etrafındaki
muhtaçlara dağıttıktan sonra diğer yarısını da Allah Resûlü’ne (sallallâhu aleyhi ve sellem) getiriyordu. Onun bu hareketini gören münafıklar, ortalığı karıştırmak için “Allah’ın bu adamın sadakasına ne ihtiyacı var ki!” diyor ve onu eleştiri oklarına hedef hâline getiriyorlardı. Bunu yapan aynı kaypak zihniyet, zenginlerin bol bol tasaddukları karşısında da “riyakarlık yapıyorlar” yaftasını yapıştırmaktan çekinmiyordu.80 Kur’ân-ı Kerim onların bu ikili oynamalarına dikkat çekerek, Ebû Akil’i övücü mahiyette şöyle buyurmaktadır.
“Sadakalar hususunda, mü’minlerden gönüllü verenleri ve güçlerinin yettiğinden başkasını bulamayanları çekiştirip onlarla alay edenler var ya, işte onları Allah maskaraya çevirmiştir. Ve onlar için elem verici bir azab vardır.”81 Ebû Akil, boynunda ipi olduğu dönemde vermesi gerekeni ortaya getirmiş ve cömertce vermesini bilmişti. Şüphesiz ki bu destansı hareketinin ecrini de ötede alacaktı.