Fedakârlık sevginin en temel, olmazsa olmaz unsurlarından birisidir. Seven sevgilisi için fedakârlıkta bulunmalıdır. Fedakârlık yapmadan sevdiğini iddia etmek, boş bir dâvâdan öte bir değer taşımaz. Allah Resûlü’nün etrafındaki inananlar halkası, O’nu canlarından bile çok sevdikleri için her şeylerini O’nun yoluna feda etmekten çekinmemişlerdir. Kendi kabilesinden başlayarak çevresi dalga dalga düşmanları tarafından kuşatılmıştı. Ancak O’na inananlar öyle bir muhabbet ve teslimiyetle etrafında toplanmışlardı ki, âdeta O’nun çevresinde aşılmaz bir set olmuşlardı.
Sahabîler, Allah Resûlü’nün çektiği sıkıntılara kendi istekleri ile ortak olmuşlar; O’na gelen önce bana gelsin, düşüncesiyle kendilerini siper etmeye çalışmışlardı. O’na yapılmak istenen kötülükleri engelleme imkânı bulamayınca, O sıkıntıda iken benim rahat döşeğimde tok karnına uyumam doğru olmaz düşüncesiyle O’nun sıkıntısına ortak olmuşlardı. Kureyş, Haşimoğulları’nı boykot kararı alınca Allah Resûlü ve yakınları büyük sıkıntılar çekmişlerdi. Eldeki yiyecekler pek az yenilmesine rağmen çok çabuk tükenmiş, müthiş bir açlık başlamıştı. Sabahleyin aç kalkanlar bir tek lokma yiyemeden akşamı buluyor, yine sabaha aç kavuşuyorlardı. Hayvanlar aç, insanlar açtı. Açlıktan dermansız kalan küçücük yavruların iniltileri, feryatları etraftan duyuluyor, sağda solda bulunan ağaç yaprakları yeniyor, kabuklar kemiriliyor, deri parçaları dişler arasında çiğneniyordu. Bu esnada O’na inanan bazı sahabîler boykota maruz kalmadıkları halde gönüllü olarak O’nun yanına gelip kendi iradeleri ile boykot edilenlerin arasına katılıyorlardı.
Osman b. Maz’un (r.a.) boykota maruz kalmadığı halde Allah Resûlü’nün çektiği sıkıntıları görünce dayanamadı ve kendi rahatını bırakıp Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) ve ashabının yanına gitti ve gönüllü olarak onların arasına katıldı; tok olup Allah Resûlü’nden ayrı kalmaktansa, aç kalıp O’nunla birlikte olmayı tercih etti. Osman b. Maz’un’- un bu fedakarlığını Allah Resûlü hiç unutmadı. Muhacirlerden Medine’de vefat eden ve Cennetü’l-Bakî’ye defnedilen ilk kişi Osman b. Maz’un’du. Vefat ettiğinde Allah Resûlü, cansız bedenini öptü ve ağladı. Kabrinin başına bir taş dikti. Zaman zaman gider, kabrini ziyaret eder, dua ederdi. Hatta oğlu İbrahim vefat edince Allah Resûlü, “Senden önce vefat eden salih selefin Osman b. Maz’un’un yanına katıl” buyurarak, bu eski dostu unutmadığını göstermiştir.39
Allah Resûlü’ne bir zarar gelmemesi için her türlü fedakarlığı yapan sahabeler, O’na gelen zararları gidermek için en sevdiklerini feda etmekten çekinmemişlerdir. Mesela Ebû Ubeyde (r.a.), Uhud savaşında Rasûlullah’ın yüzüne batan miğfer parçalarını dişleriyle çekmiştir. Bu esnada ön dişleri kırılan Ebû Ubeyde, Allah Resûlü için dişlerinin kırılmasına aldırmamış, hatta bununla iftihar etmiş; daha sonraki savaşlarda da O’nun yolunda cansiperâne savaşmıştır.
Savaşlarda sahâbe-i kiram, canlarını Allah ve O’nun Resûlü için feda etmişlerdir. Resûl-i Ekrem’i korumak için kendi vücutlarını, Allah Resûlü’nün vücutlarına siper etmekten çekinmemişlerdir. İşte bu kahramanlardan birisi de Ebû Talha’dır. Ebû Talha (r.a.), Uhud savaşında cansiperane savaşmış; attığı oklardan elinde iki üç tane yay kırılmıştı. Bu zat, uzaktan ok atıp O’nu yaralamasınlar diye Allah Resûlü’ne kendini siper etmiş ve gür bir sesle “Ey Allah’ın Peygamberi, annem-babam sana feda olsun. Sen hiçbir şeye aldırma. Bunların attıkları bir ok bile sana isabet etmesin. Benim göğsüm senin göğsüne siperdir” diye seslenerek, göğsünü Allah Resûlü’ne gelen oklara karşı siper etmiştir.
Müslümanlar zorda kaldığında Uhud günü canını ortaya koyan aziz sahabîlerden birisi de Enes b. Nadr’dır (r.a.). Müslümanların safında bir dağılma olunca bazı kişiler Allah Resûlü’nün öldürüldüğünü söyleyerek, Müslümanların psikolojik açıdan bozguna uğramalarına sebep olmuşlardı. İşte tam bu esnada Enes b. Nadr, savaşmayı bırakıp üzüntü ve keder içinde savaş meydanının bir köşesine çöküp kalmış bazı sahabîleri görünce onlara “Allah Resûlü öldürüldükten sonra hayatı neyleyeceksiniz? Kalkın Resûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) ne uğrunda öldüyse siz de onun uğrunda ölün” diye seslendi ve Uhud’da cennetin kokularını duyduğunu söyleyerek, savaş meydanına atıldı. Savaş bittiğinde tanınmayacak haldeydi. Vücudunda seksen küsur yara saydılar; kız kardeşi, onu ancak parmak uçlarından tanıyabildi. Bu hadiseyi nakledenlerden Enes b. Mâlik (r.a.), “Biz, “Müminlerden öyle yiğitler vardır ki, Allah’a verdikleri sözü yerine getirip sadakatlerini ispat ettiler. Onlardan kimi adağını ödedi, canını verdi, kimi de şehitliği gözlemektedir. Onlar verdikleri sözü asla değiştirmediler” âyetinin, onun ve onun gibiler hakkında indirildiği görüşündeydik” demiştir. (Buhari)
Sen Nerede Biz Orada
Kadın sahabîler savaşlarda kocaları ve çocukları şehit olduğunda önce Allah Resûlü’ne bir şey oldu mu, diye merak etmişler, çocuklarının ve kocalarının şehit olmasına aldırmayarak Peygamber sevgisinin en muhteşem örneklerini vermişlerdir. Allah ve Resûlü için yapılan fedakârlığın karşılıksız kalmayacağını bildikleri için büyük sıkıntıları gönül hoşnutluğu ile karşılamışlardır. Uhud savaşı esnasında bir aralık Peygamber Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) öldüğü şayiası yayılmıştı. Kalbi ızdırap içerisinde yanan bir kadın Medine’den koşarak Uhud’a geldi. O altı kilometrelik mesafeyi koşarak kat etmiş, nihayet Uhud’a yaklaştığında birisi, “Sümeyra işte baban şurada şehit oldu” demişti. O babasına bakmıyor devamlı “Eyne Resûlullah?” (Resûlullah nerede?) diyordu. Birkaç adım ileride birisi “Sümeyra işte evlatlarının ikisi de burada şehit olmuş yatıyor kan-revan içerisinde” deyip evlatlarını gösteriyor, ama o evlatlarına da bakmıyor yine “Resûlallah nerede?” diyerek, Allah Resûlü’nü arıyordu. Biraz sonra kocası Abdullah’ın naşını gösterdiler; o yine “Resûlullah nerede?” diyordu. Nihayet Peygamber Efendimiz’i (sallallâhu aleyhi ve sellem) buldu. Birkaç metre kala kendini yere attı. Yeri öpe öpe Efendimiz’in yanına kadar gitti, dudaklarından şu söz dökülüyordu. “Küllü musibetin ba’de zâlike celâl yâ Resûlallah”, (Bundan sonra her musibet benim için hoştur ey Allah’ın Resûlü).
Bir diğer kadın sahabî Nesîbe (r.anha), elinde bir kılıçla savaş meydanında Allah Resûlü’nü müdafaa ederken gözü hiç kimseyi görmeden savaşmıştır. Efendimiz ona oğlunu gösterip “Oğlunun yardımına koş” deyince, savaş meydanında bir oğlu olduğunu hatırlamış; hemen koşup oğlunun yarasını sarmış, sonra sırtını sıvazlayıp, “Haydi yavrum, Resûlullah’ı müdafaa et!” diyerek yaralı oğlunu yine savaş meydanına göndermişti.
Onlar, Allah Resûlü’ne olan sevgilerinin önüne hiçbir şeyin geçmesini istemedikleri için bu fedakârlıkları gönül rızası ile yapmışlardır. Fıtraten hassas ve duygusal bir yapıya sahip olan kadın sahabîler, en sevdiklerini kaybettikleri halde, Peygamber Efendimiz’e olan sevgilerinden dolayı seslerini çıkarmamış; aksine tam bir teslimiyet ve fedakârlıkla O’nu korumayı her şeyden önemli görmüşlerdir. Kadınların, Peygamber Efendimiz’e olan bu şefkat fedakârlık eksenli derin muhabbetlerini,
Şair Nigâr Hanım dizelerinde şöyle dile getirir:
Hayâl etmek uluvv-i kadrini beyhudedir zirâ,
Büyüksün rütbe-i tahminden elbet yâ Resûlallâh!
Senin şer’-i mübîninle kıvâm buldu âlemde
Diyânet, nehc-i hikmet, resm ü âdet yâ Resûlallâh!
Sana ma’tûf olur her kalb-i sâdık dâima çünki
Gelir zikrinle efkâra selâmet yâ Resûlallâh!