Sevginin dış tezahürleri olduğu gibi iç tezahürleri, yansımaları da vardır. Sevginin dış yansımaları dış görünüşten anlaşılır. Sevginin iç tezahürleri ise dışarıdan hemen fark edilmezler. Sevgiliye kalpten, tam bir sadakatle bağlılık, âdeta onda fâni olma, gerçek sevgidir. Gerçek sevgide sadakat ve bağlılık ön plana çıkar. Bu öylesine bir bağlılıktır ki, âşık mahbubu için seve seve canını feda eder.
Gerçek aşk sadakat enginliğiyle derinliğini bulan aşktır. İmanını marifetle bezeyemeyen, yol yorgunluğundan kurtulamaz. Marifetini aşk u muhabbetle derinleştiremeyen, formalitelerin ağında can çekişir durur. Aşk ve muhabbeti Sevgili’ye ulaşma yolunda kulluğa bağlamayanlar da sadakatlerini ifade etmiş sayılmazlar.
Gerçek sadakat ve bağlılık, canını ve malını hatta her şeyini sevdiği için gözünü kırpmadan feda edebilmektir.
Ölmek üzereyken bile Peygamberi’ni ve dâvâsını düşünenler, aşk meydanının gerçek yiğitleridirler. Sadakatın bu zirve noktasının en asil temsilcileri sahabe-i kiram efendilerimizdir. Bunlardan birisi, Akabe gecesi Fahr-ı Kâinat’a biat eden Ensar-ı Kiram’ın temsilcilerinden Sa’d b. Rebî’dir (r.a.). Uhud savaşında cansiperâne savaşmış, Resûlullah’ı korumak için kendini feda etmişti. Resûl-i Ekrem, etrafında göremeyince, onu aramak için birisini göndermiş, “Biraz önce onu şu tarafta çarpışırken görmüştüm” buyurarak vadinin bir köşesini işaret etmiştir. Zeyd b. Sâbit (r.a.), Sa’d’ı bulduğunda yetmiş yerinden vurulmuş, karnından girip sırtından çıkan bir okla ağır bir şekilde yaralanmıştı. Son nefesini vermek üzereyken, Resûl-i Ekrem’in kendisini arayıp sormasının mutluluğuyla, ölmeden önce kavmine şu vasiyetinin iletilmesini söyledi: “Allah’tan korkunuz, Allah’tan! Akabe gecesi Resûlullah’a verdiğiniz O’nu koruma vaadini hatırlayınız! Vallahi gözleriniz kımıldayıp dururken Resûl-i Kibriyâ’yı düşmanlarından korumaz da O’nun başına bir felaket gelmesine meydan verirseniz, Allah’ın huzurunda ileriye sürebileceğiniz hiçbir mazeretiniz olamaz.”
Sevdiği için can feda etmenin en manidar örnekleri Allah Resûlü’nü derin üzüntülere boğan Recî seriyyesinde yaşanmıştır. Recî seriyesinde tuzağa düşürülüp Mekkelilere satılan Zeyd b. Desinne ve Hubeyb b. Adî (r.a.), bir müddet hapis tutulduktan sonra idam edilmek üzere ağaçlara bağlandılar. Mekkelilerin liderlerinden Ebû Süfyan, Zeyd’in yanına yaklaşarak, “Zeyd, şimdi sen çoluk çocuğunun yanında olsan, şu bulunduğun yerde de Muhammed olsa, senin yerine onun boynunu vursak, ne iyi olur değil mi?” diye sordu. Muhtemelen onu ölümle korkutarak, dininden döndürmek istiyordu. Zeyd kendisine yapılan bu teklifi şiddetle reddederek, “Ben çoluk çocuğumun arasındayken, Resûlullah’ın (sallallâhu aleyhi ve sellem) değil burada olmasını istemek, şu anda bulunduğu yerde bile ayağına diken batmasına gönlüm razı olmaz” dedi. Ebû Süfyan dondu kaldı, “Hayret doğrusu. Ben dünyada Muhammed’in ashabının O’nu sevdiği kadar birbirini seven kimse görmedim” dedi. Sonra Hubeyb’in yanına gittiler ve dininden dönerse kurtulacağını ona da söylediler. Hubeyb, Zeyd’in verdiği cevabı verdi ve “Dünyayı verseniz bile dinimden dönmem” dedi.