Safiye, her gece anasını rüyasında görür; rüyadan uyanınca büyük bir acı hissederdi. Gecenin al yalazında gözyaşları üşütürdü yüreğini. Yatak sıcaktı, ama gözyaşları buz gibiydi. Ne kadar özlemişti böyle. Birkaç hafta olmuştu anası bu dünyadan göçeli. Herkes, anasını “Güllü” diye çağırırdı. Asıl adı, Gülfikâr uzun geldiği için böyle derlerdi. Rüyasında anasına doğru koşuyor, tam elinden tutacak gibi oluyorken birden uyanıyordu. Tekrar gözlerini sıkıca kapatıp yeniden aynı rüyayı görmeye çalışıyordu. Ama dalmak ne mümkün. Gözlerine hasret kokan gözyaşlarından başka bir şey gelmiyordu. Sabaha kadar anasının özlemiyle için için ağladığından yastık ıslanırdı. Bunu da küçük kardeşinden gizlemek zorundaydı. Çünkü anası, Selim’i Safiye’ye emanet etmişti. Son görüşmelerinde ellerini avuçlarının içine alırken güzel bir seyahate çıkacakmış gibiydi. Avuçlarına ne zaman baksa anasının sıcaklığı parmak aralarından düşüp kaybolacakmış gibi gelir, ellerini sıkı sıkı yumardı. İşte sırf anacığına verdiği bu söz yüzünden gece sabaha kadar gözyaşlarıyla ıslanan yastığını kardeşi Selim’den gizlerdi. İş yapmak Safiye’yi hiç mi hiç yormuyordu. Akranları dışarıda oynarken o, kazları suya götürmek, çamaşır yıkamak, kardeşine ve babasına yemek hazırlamakla uğraşıyordu. Bu işlerin yanında bir de uyurken altını ıslatan Selim’in yatağını bahçe duvarına asmak vardı. Safiye, anasından kalan bütün eşyalara gözü gibi bakardı. Tertemiz kullanır, onlara zarar gelmemesi için özen gösterirdi. Anasının en sevdiği gül desenli önlük, bir gün koyunları sağarken yırtıldı. İçi parçalandı. Âdeta önlükteki güllerin dikenleri yüreğine sürtünmüş de acı veriyordu. Yırtılma sesini duyar duymaz, koyunun memesini bıraktı. Donakaldı. Önlüğü incitmekten korkar gibi nazik hareketlerle kollarının arasına alıp iyice kokladı. Sanki hâlâ anasının kokusu vardı. Akşam saatleri olduğu için sökük tam görünmüyordu. Önlüğü tamir etmeyi düşündü, ama akşam vakti iğneyi ipliği nereden bulacaktı. “Köydeki dükkânlarda da yoktur.” diye düşündü. Ancak babasına söyleyecek, ilçeden almasını isteyecekti. Süt sağmayı yarım bırakmamak için işini tamamladı. Sütü sağıp elinde bakraçla içeri girdiğinde babası da kapıdan giriyordu. Safiye’yi gören Zihni Ağa: – Benim güzel kızım nasılmış bugün? – İyiyim baba. – Bize hangi yemeği yapacaksın bu akşam? – Süt çorbası baba. Süt çorbasını duyunca Selim’in gözleri parladı: – Benim de nicedir aklımdan geçiyordu. Anamın da en çok sevdiği yemek, deyince bir an için odayı bir sessizlik kapladı. Zihni Ağa bu durumu geçiştirmek için Selim’i kucağına alıp, – Bugün kazları iyi otlattın mı bakayım, dedi. Selim, sarı kaşlarını heyecanla kaldırıp cevap verdi: 281 – He ya baba! Hem de en yeşil yerlerde otlattım. – Aferin, benim aslan oğlum. Selim, büyük adam gibi konuşunca evin neşesi gelirdi. Yemek hazırlanırken Safiye babasına yaklaşıp sordu: – Baba, yarın ilçeye giden biri var mı? – Hayırdır ne oldu ki? – Önlük yırtıldı da… Dikecek iğne iplik lâzım oldu. – Hııım!.. Hele bir sabah olsun, bakarız çaresine kızım. Elbet bir giden bulunur. … Safiye, bütün akşam yırtılan önlüğü düşündü. Bu düşünceyle uykuya daldı. Rüyasında, annesini gördü. Yine güller arasında duruyordu. Bu kez, Safiye’yi yanına çağırıp, – Kızım, iğne iplik arıyorsan, ocağın üstündeki taşta, iğne ve iplik var. Onları oradan al, ama kullandıktan sonra komşu Zehra yengene götür. İğneyi ondan emanet almıştım, dedi. Safiye şaşkınlıktan sadece “Peki ana.” diyebildi. – Aman emanetleri vermeyi unutma, diye ilâve etti, Güllü ana. – Unutmam ana, dedikten sonra bir daha anasına sarılacaktı ki yorgana sarılmış bir şekilde uyandı. Bütün bunların bir rüya olduğunu anladı. Rüya devam etsin diye ümitle gözlerini kapadı, ama nafile; uyku girmiyordu gözüne. Sabah ezanı da okunmaya başlayınca, kalkıp abdest aldı. Bu arada babasının da uyandığını fark etti. Babası namaz için camiye gidecekti. Safiye, namaz kıldıktan sonra “Hava aydınlanana kadar ocağı yakayım.” dedi. Kibrit almak için ocağın üstündeki taşa baktı. Rüyasında anasının söylediği yerde burulu bir kâğıt gördü. Aceleyle aldı. İçini açınca hayretler içinde kaldı. Anasının dediği gibi kâğıdın içinde iğne iplik vardı. Kâğıdı bir kelebek kanadının narinliği ile iyice göğsüne bastırdı. Anasına hasret gideriyordu. Bu arada, birazdan babasının camiden geleceğini ve ocağı hâlâ yakmadığını hatırladı. Ocağı bir çırpıda yakıp üzerine akşamdan kalma çorbayı koydu. Ardından da önlüğün yırtığını 282 özene bezene dikti. Ocaktan kor alıp kömürlü ütünün içine koydu. Dikkatli bir şekilde ütüleyip dolaba yerleştirdi. Zihni Ağa eve geri geldiğinde bütün olanları ona anlattı. Babası gözyaşlarını gizlemek için koyunları bahane edip odadan çıktı. Kahvaltı hazırlanırken babası da koyunları köyün sürüsüne katmak için köy meydanına gitti. O da Selim’i uyandırmak için odasına gittiğinde Selim’in uyandığını, suç işlemiş gibi bir köşede beklediğini gördü. Anlaşılan yine altına kaçırmıştı. Safiye, kardeşini daha fazla üzmemek için yanına gidip, – A benim güzel kardeşim. Ne üzülüyorsun; asarız dışarıya öğleye kadar kurur, çarşafı da yıkadık mı mis gibi olur, dedikten sonra yorganı kucaklayıp dışarı çıktı. Kahvaltıdan sonra anasının söylediği iğne ipliği alıp komşularının yanına gitti. Ne diyeceğini bilemediği için sadece iğneyi ipliği uzatıp, – Anam rüyama girdi. “Bunlar Zehra yengenindir, ona ver.” deyiverdi. Daha fazla konuşamadı. Yutkundu ve yerinde kalakaldı. Duyduklarını, Zehra hanımın aklı almıyordu. Başındaki yaşmağı düzeltir gibi yapıp yaşmağın bir ucuyla da gözyaşlarını sildi. Başını iki yana sallayıp, – Hey gidi rahmetli. Senin gibi komşu az bulunur, diyebildi ancak. … Safiye, evde işlerinin olduğunu söyleyip evden çıktı. Zehra Hanım da, – Kızım buraya kadar gelip hemen mi gideceksin? Bari bir ayranımı iç, dedi. – Başka bir zaman inşallah, diye cevap verdi Safiye. Safiye, geriye dönerken anasının vermiş olduğu görevi yapmanın huzuru ile evinin yolunu tuttu. Yolda, Selim’i kazları suya götürürken arkadaşlarıyla şakalaşmasını görünce hüznünün biraz daha azaldığını hissetti. Artık o kadar hüzünlü değildi.
Murat KAYA
Safiye’nin güzel hikayesi bakalım ne kadar aklımızda kaldı. Hadi kendimizi test edelim :