KAVUŞMA VAKTİ
وَلَمَّا فَصَلَتِ الْعٖيرُ قَالَ اَبُوهُمْ اِنّٖي لَاَجِدُ رٖيحَ يُوسُفَ لَوْلَٓا اَنْ تُفَنِّدُونِ ﴿٩٤
94. Kafile yola çıktı. O anda babaları çevresindekilere, “Doğrusu ben Yusuf’un kokusunu alıyorum; sakın bana, sen bunamışsın falan demeye kalkmayın!” dedi.
Hz. Yûsuf’un gömleğini getirmekte olan kafile, Mısır’dan ayrılıp Hz. Yakub’un ülkesi olan Ken‘ân iline doğru yola çıkınca, Yakub, kendisine getirilmekte olan gömleğin kokusunu uzaktan hissetti. Peygamberlerin mucizeleri ilmî gelişmelerin nihaî sınırını çizmektedir. Bu son iki âyetten, eğer Hz. Yakub’un gözü katarakt olmuşsa, O’nu ameliyata gerek olmadan giderecek bir maddenin varlığı ve görüntü ve ses gibi, kokunun da nakledilebileceği çıkarılabilir. Kur’ân, bu konuda beşerî teşvik etmektedir. Burada sorulabilecek bir soruya ve cevabına Bediüzzaman hazretleri şöyle temas etmektedir: Hz. Yakup, tâ Mısır’dan Yusuf’un gömleğinin kokusunu aldı da O’nun yakınındaki kuyuya atıldığını neden göremedi? Buna cevap, yine Hz. Yakup’tan nakledilir: “Bizim halimiz şimşekler gibidir; bazen (ve birden) görünür, bazen saklanır. Bazı vakit olur ki, en yüksek mevkide oturup, her tarafı görüyoruz gibi oluruz. Bazı vakit de ayağımızın üstünü göremeyiz.” Evet, peygamberlerin elinde mucizeleri yaratan da Allah’tır. O dileyip müsaade etmedikçe, peygamberler de istedikleri zaman mucize gösteremezler. Daha önceki ayetlerde de geçtiği gibi, Hz. Yakûb, Hz. Yusuf’u anıp ağladıkça, etrafındakiler artık O’nu unutması gerektiğini, yıllardır bir haber gelmediğini söylüyorlardı. Bu ruh halinin kendisine zarar vereceğini ifade ediyorlardı. Şimdi Hz. Yakûb bu kadar net bir ifade ile olayı ifade edince büyük ihtimalle etrafındakiler onu aklını yitirmekle, bunamakla itham edeceklerinden dolayı, cümlesini “sakın bana bunamışsın demeyin, benim aklım yerinde, ne dediğimi biliyorum, yakında siz de hakikati öğreneceksiniz.” diye uyarmıştır. Lâkin kim dinledi? Tahmin ettiği gibi, onun bu sözünü işitenler bir sonraki ayette ifade edildiği gibi “hayret vallahi, dediler, gerçekten de sen hâlâ eski şaşkınlığında bocalayıp duruyorsun. Yani, hâlâ “Yusuf, Yusuf” deyip duruyorsun, hâlâ ona kavuşacağını vehmediyorsun.
قَالُوا تَاللّٰهِ اِنَّكَ لَفٖي ضَلَالِكَ الْقَدٖيمِ ﴿٩٥
95. Fakat yanındakiler, “Vallahi,” dediler, “sen halâ o eski saflık ve şaşkınlığında devam etmektesin.”
فَلَمَّٓا اَنْ جَٓاءَ الْبَشٖيرُ اَلْقٰيهُ عَلٰى وَجْهِهٖ فَارْتَدَّ بَصٖيراًۚ قَالَ اَلَمْ اَقُلْ لَكُمْ اِنّٖٓي اَعْلَمُ مِنَ اللّٰهِ مَا لَا تَعْلَمُونَ ﴿٩٦
96. Derken müjdeci geldi ve gömleği Yakub’un yüzüne sürünce gözleri açıldı. (Bu arada, diğer oğulları da geldiler.) Yakup, “Ben size, ‘Allah’ın bana öğretip de bildiğim öyle şeyler var ki, siz onları bilmiyorsunuz.’ dememiş miydim?” dedi.
En yakınlarında bulunan insanlar tarafından anlaşılmamak ve bu insanların fizikî yakınlık içinde uzaklığı yaşamaları, peygamberler ve onların mirasçısı büyük zatların kaderi gibidir. Fizikî yakınlık ve bunun hasıl ettiği ülfet, ünsiyet, gözler ve kalbler üzerinde âdeta birer perde olmaktadır. Şimdi bu neşeye kavuşan Yakub neler dedi, neler yaptı sanırsınız? Hayır o yine “sabrı cemil”inden ayrılmadı. “Allah’ın yardımından ümit kesmeyiniz.” nasihatini hatırlatarak, sadece size demedim mi dedi ben, doğrusunu isterseniz Allah’tan sizin bilmediklerinizi de bilirim.
قَالُوا يَٓا اَبَانَا اسْتَغْفِرْ لَنَا ذُنُوبَنَٓا اِنَّا كُنَّا خَاطِـٖٔينَ ﴿٩٧
97. Oğulları, “Ey bizim babamız! Bizim için günahlarımızdan dolayı Allah’tan bağışlanma dile. Çünkü biz, gerçekten büyük bir yanlışın içinde idik!” itirafında bulundular.
قَالَ سَوْفَ اَسْتَغْفِرُ لَكُمْ رَبّٖيؕ اِنَّهُ هُوَ الْغَفُورُ الرَّحٖيمُ ﴿٩٨
98. Yakup, “Sizin için ileride Rabbimden bağışlanma dileyeceğim. Hiç şüphesiz O, Ğafûr (günahları çok bağışlayan)dır; Rahîm (bilhassa tevbe ile Kendisine yönelen mü’min kullarına karşı hususî rahmeti pek bol olan)dır.” karşılığını verdi.
Kur’ân-ı Kerim, Peygamberimiz ve ümmetiyle alâkalı olarak “Onlar için dua et. Hiç şüphesiz senin duan, onlar için bir huzur ve tatmin vesilesidir (Tevbe Sûresi/9: 103)” denir. Peygamberin ümmeti için duası ve onlar adına günahlarının bağışlanmasını dilemesi çok önemlidir. Bir defa, O’nun duası Allah katında daha makbuldür. İkinci olarak, O’nun dua ve istiğfarı, bir bakıma ümmetinden razı olduğunu göstereceği için, Cenab-ı Allah, O’nun rızasıyla razı olur ve razı oldukları hakkındaki dua ve istiğfarı geri çevirmez. Bu bakımdan, Hz. Yakub’un çocukları, O’ndan kendi adlarına istiğfar etmesini istemektedirler. Bu noktada, şüphesiz onların da istiğfar etmesi gerekmekle birlikte, hata ve günah işlediklerini içten itiraf edip istiğfar isteğinde bulunmaları, bir bakıma tevbe yerine geçebilir. Bununla birlikte, Hz. Yakup (a.s.) onların ricalarını hemen yerine getirmeyip, onlar hakkındaki istiğfarı ileride yapacağını ifade etmiştir. Bunun sebebi şu olsa gerektir: Bir peygamber, en yakınları için de olsa, Allah’tan izinsiz ve onların haline tam vâkıf bulunmadan dua da etmez, istiğfar da etmez. Cenab-ı Allah (c.c.) Hz. Nuh ve Hz. İbrahim’le ilgili örneklerde olduğu gibi (Tevbe Sûresi/9: 114; Hûd Sûresi/11: 46), en yakın akrabadan, hattâ evlât ve ata/baba da olsalar, inanmayanlar için istiğfarda bulunmayı yasaklamıştır. Bu sebeple, Hz. Yakup (a.s.), hem Allah’ın iznini beklemek ve hem de çocuklarının halini ve samimiyetlerini gözlemek için haklarında istiğfarı ileriye bırakmıştır. Allah’ın da onları affetmesi için yapacağı dua ve istiğfarı, seher vakti veya cuma gecesi gibi bir vakte, duaların kabul olunacağı bir icabet vaktine tehir ettiği, böyle bir vakti gözettiği akla gelebilir. Bir diğer ihtimal de Hz. Yusuf’la helalleştirinceye kadar tehir etmiştir. Çünkü zulme uğrayanın helallik vermesi, ilâhî mağfiretin ön şartlarından biridir.
فَلَمَّا دَخَلُوا عَلٰى يُوسُفَ اٰوٰٓى اِلَيْهِ اَبَوَيْهِ وَقَالَ ادْخُلُوا مِصْرَ اِنْ شَٓاءَ اللّٰهُ اٰمِنٖينَؕ ﴿٩٩
99. (Yakup ailesi, nihayet Mısır’a ulaştı ve kendilerini ülke sınırları dışında istikbal eden) Yusuf’un yanına vardılar. Yusuf, babası ile annesini kucakladı; onlara hususî muamelede bulundu ve gelenlerin hepsine birden, “Allah’ın dilemesi ve izni ile (her türlü korku ve üzüntüden) emin olarak Mısır (başşehrine) buyrun!” dedi.
Yakûb aleyhisselâm, yakınlarıyla birlikte kendi ülkesinden ayrılarak Mısır’a Hz. Yûsuf’un yanına gitti. Rivayete göre Hz. Yûsuf ile Mısır hükümdarı, kalabalık bir asker topluluğu, devlet adamları ve Mısır halkı ile birlikte onları şehrin dışında karşıladılar. Hz. Yûsuf, ana babasını kucaklayıp bağrına bastıktan sonra onları özel bir konakta dinlendirdi; sonra da güven içinde şehre girebileceklerini söyledi.
وَرَفَعَ اَبَوَيْهِ عَلَى الْعَرْشِ وَخَرُّوا لَهُ سُجَّداًۚ وَقَالَ يَٓا اَبَتِ هٰذَا تَأْوٖيلُ رُءْيَايَ مِنْ قَبْلُؗ قَدْ جَعَلَهَا رَبّٖي حَقاًّؕ وَقَدْ اَحْسَنَ بٖٓي اِذْ اَخْرَجَنٖي مِنَ السِّجْنِ وَجَٓاءَ بِكُمْ مِنَ الْبَدْوِ مِنْ بَعْدِ اَنْ نَزَغَ الشَّيْطَانُ بَيْنٖي وَبَيْنَ اِخْوَتٖيؕ اِنَّ رَبّٖي لَطٖيفٌ لِمَا يَشَٓاءُؕ اِنَّهُ هُوَ الْعَلٖيمُ الْحَكٖيمُ ﴿١٠٠
100. Babası ve annesini tahtına oturttu. Onlarla birlikte bütün kardeşleri, Yusuf’un önünde saygı ve makamına bağlılık ifadesi olarak eğildiler. Yusuf, “Babacığım!” dedi: “İşte, küçükken gördüğüm rüyanın tabiri; Rabbim, o rüyayı gerçekleştirdi. O, bana ne büyük ihsanlarda bulundu: beni zindandan kurtardı ve şeytan benimle kardeşlerimin arasını bozduktan sonra sizi çölden getirdi ve bizi buluşturdu. Gerçekten Rabbim, her ne dilerse onu pek güzel şekilde ve insanların göremeyeceği bir incelik içinde yerine getirir. Şüphesiz O, evet O, Alîm (her şeyi hakkıyla bilen)dir; Hakîm (bütün hüküm ve icraatında pek çok hikmetler bulunan)dır.
Özellikle anne ve babasını kardeşlerinden daha fazla saygı ve ikramla karşıladı. Kendisine ait olan ve bir tahta benzeyen yüksek köşkün üzerine çıkardı. Anası, babası ve kardeşleri, Yusuf’a kavuştukları için Allah’a şükür ifadesi olarak secdeye kapandılar. Eğer bu Hz. Yusuf’un önünde yapılan bir selam secdesi olsa idi, ilk karşılaşma anında yapılırdı. Bu secdenin Hz. Yusuf’a kavuşturan Allah’a şükür secdesi şeklinde anlamak, her bakımdan daha uygun düşmektedir. Ve o vakit bunu gören Yusuf, “ey babacığım, işte bu, daha önce görmüş olduğum rüyanın tevilidir.” Onu Rabbim hakikaten gerçekleştirdi, aynen hak bir rüya olarak çıkardı. Tıpkı gördüğüm gibi, vakıa olarak gerçekleştirdi. Sizi çölleri, badiyeleri aşırarak ta uzaktan Mısır’a getirdi. Hangisi olursa olsun, şurası gayet ince ve zariftir ki, Hz. Yusuf, babasıyla kardeşlerinin Mısır’a getirilmelerini, kendisinin zindandan çıkarılmasına eşdeğer bir nimet saymakla kalmayıp, bunun da onun gibi kendisi hakkında bir ilâhî ihsan olduğunu açıkça anmış ve vurgulayarak dile getirmiştir. Yani ailesinin nimete ve refaha ermesini kendisine yapılmış bir ihsan olarak anmıştır. Özellikle kardeşlerini mahcup etmemek için zindandan önceki kuyu olayından hiç söz etmemiştir, bundan dikkatle kaçınmıştır. Hakkındaki bu ihsanın önemini belirtmek üzere demiştir ki:
رَبِّ قَدْ اٰتَيْتَنٖي مِنَ الْمُلْكِ وَعَلَّمْتَنٖي مِنْ تَأْوٖيلِ الْاَحَادٖيثِۚ فَاطِرَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ اَنْتَ وَلِيّٖ فِي الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِۚ تَوَفَّنٖي مُسْلِماً وَاَلْحِقْنٖي بِالصَّالِحٖينَ ﴿١٠١
101. “Rabbim! Bana iktidar ve hakimiyetten önemli pay verdin ve bana belli seviyede, (rüyalar dahil) hadiselerin manâ ve yorumunu öğrettin. Ey gökleri ve yeri yaratıp, değişmez bir sistem ve prensipler üzerine oturtan! Sen, dünyada da Âhiret’te de benim sahibim ve gerçek koruyucumsun. Beni Müslüman olarak vefat ettir ve beni salihler içine kat!”
Hz. Yusuf (a.s.), dünya adına rahata kavuştuğu, en sonunda anne-babasıyla da buluştuğu anda Cenab-ı Allah’tan vefatını istemekle önemli bir ders daha vermektedir. Her peygamber, çok mühim bir misyonla gönderilir ve bu misyonu eda edince de artık dünyada daha fazla kalmanın bir mânâsı olmadığı için öteyi ister. Demek ki, rüyasının te’vili çıkınca Hz. Yusuf (a.s.), misyonunun bittiğini düşünmüştür. İşte, her insanın yaratılışının gayesi veya gayeleri vardır. Bu gayelerin en güzeli de Allah’ın adını duyurmak ve O’nun yüceltilmesine çalışmaktır. Bu misyonun kahramanları peygamberlerdir. Diğer insanlar da hayatlarını onların izinde aynı gaye uğrunda örgülemelidirler. Ancak bu gayenin tahakkuku içindir ki, hayatta kalmak arzu edilebilir. Hz. Yusuf (a.s.), bu duasıyla şu dersi vermekte ve şu tembihte de bulunmaktadır:
“Dünyanın en lezzetli saadetinden çok daha büyük ve çekici bir saadet ve ferahlı bir vaziyet kabrin arkasında vardır. Ölüm, işte bu saadete açılan kapıdır. Bu sebeple, ölümden korkmamalı ve ondan ötesi için çalışmalıyız.” Hz. Yusuf’un bu duası, O’nun çok yüce sıddıkiyetini, dünyanın en parlak ve en sevinçli halinin bile ona gaflet veremediğini, onu meftun edemediğini, dolayısıyla yine Âhiret’i istediğini göstermektedir. (Mektubat, 269–270)