İhlas Sûresi

Mekke döneminde inmiştir ve 4 âyettir. İhlâs, samimi olmak, dine içtenlikle bağlanmak demektir. Allah’a bu sûrede anlatıldığı şekilde inanan, tevhit inancını tam anlamıyla benimsemiş ihlâslı bir mü’min olacağı için sûre bu adla anılmaktadır.

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ

قُلْ هُوَ اللّٰهُ اَحَدٌۚ

اَللّٰهُ الصَّمَدُۚ

لَمْ يَلِدْ وَلَمْ يُولَدْۙ

وَلَمْ يَكُنْ لَهُ كُفُواً اَحَدٌ

1.De ki: O’dur, Allah’tır; Mutlak Bir’dir.

2.Allah, Samed(Kendisi hiçbir şeye muhtaç olmayan fakat her varlığın Kendisi’ne ebediyen muhtaç olup, Kendisi’ne sığındığı Zat)dir.

3.Doğurmamıştır, doğrulmamıştır.

4.Ve O’na denk, O’nunla mukayese edebilecek hiçbir şey yoktur.

Sûrede Allah Teâlâ’nın bazı sıfatları veciz bir şekilde ifade edilip tevhit inancının önemine dikkat çekilmiştir. Hz. Peygamber bu sûrenin önemi ve fazileti hakkında söyle buyurmuştur: “Varlığım elinde olan Allah’a yemin ederim ki bu sûre Kur’an’ın üçte birine denktir”. Kur’an-ı Kerim’in ele almış olduğu temel konular; mârifetullah (Allah hakkında bilgi), âhiret bilgisi ve sırat-ı müştakım bilgisi (doğru yol bilgisi) olmak üzere üçe ayrılır. İhlâs sûresi bunlardan ilkini, yani mârifetullah ve tevhid konusunu ihtiva etmektedir. Kur’an’daki diğer hükümler bu sûredeki tevhid temeline dayandığı için sûre Kur’an’ın üçte birine denk görülmüştür.

İlk ayet Cenab-ı Allah’ı üç önemli ismi ile tanıtmaktadır, “O” diye çevirdiğimiz “hüve” zamirinin Allah’a ait olduğu açıkça anlaşılır. Allah ismi, varlığı ezelî, ebedî, zarurî ve kendinden olup her şeyi yaratan, her şeyin mâliki ve mukadderatının hâkimi, her şeyi bilen ve her şeye kadir olan Yüce Mevlâ’nın öz (has) ismidir. Şu ayet-i kerimede de bu iki isim birlikte ifade edilmiştir;

اَللّٰهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۚ

(Allah, O’ndan başka tanrı yoktur. Bakara 2/255).

“Ehad” kelimesi, “mutlak bir” anlamına gelen vahdet kökünden türetilmiş bir isimdir; sıfat olarak Allah’a nisbet edildiğinde O’nun birliğini, tekliğini ve eşsizliğini ifade eder. Nitekim devamındaki âyetler de bu mânadaki birliği vurgular. Türkçe’de de “bir” (vâhid) ile “tek” (ehad) arasında fark vardır. Bir, genellikle “aynı türden birçok varlığın biri” anlamında da kullanılır. “Tek” ise “türdeşi olmayan, zâtında ve sıfatlarında eşi benzeri olmayan tek varlık” mânasına gelir. İşte Allah, bu anlamda birdir, tektir.

Vahidiyet ve ehadiyet, ikisi de Allah’ın birliğini ifade eder. Allah’ın da kâinatta iki türlü birlik tecellisi vardır. Biri kâinatın bütününde, diğeri ise kâinatı meydana getiren her bir varlıkta görünen birlik tecellisidir. Kendisini tanımakla yükümlü kıldığı kulları O’nu bilmede ve tanımada güçlük çekmesinler diye, vahidiyetle beraber ehadiyet tecellisini de bize göstermektedir. Vahidiyet, bütün kâinatın birinin olması, bir elden çıkmasıdır, kâinata baktığımızda bu birlik ve ahengi görebiliriz. Ehadiyet, Cenab-ı Hakk’ın her bir varlıktaki birlik tecellisidir. Kâinatta var edilen herhangi bir varlığa baktığımızda muhteşem sanatlar görürüz. Cenab-ı Hakk’ın vahidiyet ile tecellisi, umumidir; ehadiyet ile tecellisi ise, hususidir. Allah vahidiyet tecellisi ile insan denilen varlığı yaratmıştır, bütün insanları ortak bazı sıfatlarla yaratan Allah, her birinde farklı bir şekilde sanatını göstermiş, her birinin DNA’sını, göz retinasını, parmak izlerini vs. farklı farklı yaratarak ehadiyet tecellisini göstermektedir.

Mesela, etrafımıza baktığımızda dağlar, denizler, hayvanlar, bitkiler, maddeler vs.  her şeyin bir düzen ve ahenk içinde yaratıldığını, hepsi için uygun yaşam ortamlarının oluşturulduğunu görürüz ve hepsinin bir olan Allah tarafından böyle düzenlendiğini anlarız. Bunlardan insan oğlunu ele alacak olursak, dünyanın farklı coğrafyalarında yaşayan milyarlarca insanın özelliklere sahip olduklarını bilmekteyiz; el-ayak, mide-kalb, göz-kulak, deri-kıl vs. bu milyarlarca örnek bize bunların hepsinin bir planlayıcının elinden çıktığını göstermektedir.  İşte bu vâhidiyetin, yani yaratıcının birliğinin, çok varlıklarda göründüğü bir tecellidir. Kısacası vahidiyet çoklukta birin görünmesi demektir. Yaratılmış olan bu varlıkların herhangi bir türünün, herhangi bir ferdini ele alıp incelediğimizde ise bu varlığın kâinat içinde ki varlık düzeninin yanında kendi yaratılışı itibari ile de çok muhteşem sanatlarla yaratılmış, kendine özgü bir varlık olduğunu görürüz. Buradan yaratıcının herbir varlığı özel olarak ele alıp her birinde tek tek sanatını icra ettiğini fark ederiz. İnsan örneğimizden devam edecek olursak, milyarlarca insan yukarıda ifade ettiğimiz gibi ortak özelliklerle yaratılmışlardır ancak her birine yakından mercek tuttuğumuzda hepsinde kendine ait bir mühür görürüz, milyarlarca insanın hiçbirini DNA’sı, parmak izi, göz retinası aynı değildir, her biri kendine özeldir. İşte bu Allah’ın insan oğlu üzerinde ki Ehadiyet’inin tecellisidir. O, Ehadiyet sıfatı ile herbir insanı özel olarak ele almış her birini farklı yaratmıştır, 1 cm’lik yere milyarlarca imza sığdırmış ve her an yenilerini de eklemektedir.

“Âlemlerin Rabbi” ve “Senin Rabbin” ifadelerinde, “Senin Rabbin” tabiriyle ehadiyeti ve “Âlemlerin Rabbi” ile vâhidiyeti bildirir. Ehad ile vâhid sıfatları arasındaki diğer fark şudur; Ehad, Allah’ın zâtı bakımından, vâhid ise sıfatları bakımından bir olduğunu gösterir, yani kâinatı yaratan tek bir zat vardır, bu zatın pek çok sıfatı vardır ve bu sıfatları bakımından da onun eşi ve benzeri yoktur.

İkinci ayet-i kerimedeki Samed sıfatı, “var oluş bakımından kimseye muhtaç olmayıp her şeyin varlık ve devamını kendisine borçlu olduğu vâcibü’l-vucûd” demektir. Buna göre samed kelimesi doğrudan doğruya Ehad isminİ açıklar; daha sonra gelen “doğurmamış ve doğmamıştır” meâlindeki âyet de Samed isminin açıklamasıdır. Ayrıca “samed sıfatı, “kendisinden başka ibadet edilmeye lâyık hiçbir varlık bulunmayan tek mâbud” şeklinde tanımlanabilir.

Varlığa baktığımızda, her varlığın yüzlerce ihtiyacı olduğunu görüyoruz. Hususan insanların ihtiyaçları sonsuz denecek kadar çoktur. Bir varlığın muhtaç olduğu şeyleri o varlığın kendisinin temin etmesi mümkün değildir. Varlık alemine baktığımızda herbir ihtiyacının en güzel şekilde karşılandığını görüyoruz. Özellikle en önemli ve hayati olanlar, güneş (ısı-ışık), hava, su vb. ihtiyaçları, karşılıksız bir şekilde varlığa sunulmaktadır. İşte bu ihsan ve ikram “Samediyet”in tecellisidir. Bediüzzaman’ın ayna misali ile Samed ismini izah eder; bütün aynalar ışık sahibi olabilmek için güneşe muhtaçtırlar, güneş ise aynalarda gösterdiği ışıklara asla muhtaç değildir.

Üçüncü ayet-i kerime, Allah Teâlâ’nın yaratılmışlara ait noksan sıfatlardan münezzeh olduğunu ifade eder, samed isminin açıklaması olup, Allah’a evlât nisbet edenleri ve soy kavramına giren her şeyi; meselâ, “Mesîh Allah’ın oğludur” diyen hıristiyanların (Tevbe 9/30) ve meleklerin Allah’ın kızları olduğunu söyleyen (En‘âm 6/100) müşriklerin bu iddialarını reddeder. Zira çocuk, eşin olmasını gerektirir; eş de çocuk da bazı ihtiyaçları karşılama arzu ve eğiliminin sonuçlarıdır; Allah ise ihtiyaçtan münezzehtir. Eşleri de çocukları da O yaratmıştır; yarattığı şeylere muhtaç olması ise imkânsızdır. Âyetin, “O, doğmamıştır” meâlindeki ikinci cümlesi Allah Teâlâ’nın doğum veya sudûr yoluyla bir ana veya babadan, bir asıldan meydana gelmediğini ifade eder. Çünkü doğan her şey sonradan olur; oysa Allah kadîm ve ezelîdir, yani varlığının bir başlangıcı yoktur. “Ve O’na denk, O’nunla mukayese edebilecek hiçbir şey yoktur.” anlamındaki âyet, hem Allah’ın zâtında, sıfatlarında ve fiillerinde denksiz ve benzersiz olduğu şeklindeki anlamıyla ilk âyetteki “Ehad isminin”, hem de bütünüyle sûrenin bir özeti mahiyetindedir. Kendisinden başka var olan her şeyi O yarattığına göre yarattıklarının O’na denk olması mümkün değildir.

Sevgini paylaş

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir