DOĞRULUK, DÜRÜSTLÜK VE YALAN SÖYLEMEME, SÖZÜNDE DURMA

“ Kalbi doğru olmadıkça kişinin imanı

doğru olmaz. Dili doğruları söylemedikçe

de kalbi doğru olmaz. Komşusu kötülüğünden

emin olmadıkça da kişi cennete giremez.”

(Hadis-i Şerif)

Sadakat Nedir?

Sadakat, doğru olmak, sözünde durmak, dürüstlük ve

sözünü yerine getirmek anlamlarına gelir. Bunun dışında

sadakatin, kardeşinin Allah rızası için iyiliğini isteme ve

ona hayırhah olma, dostluk, ahde vefâ, verilen sözü yerine

getirmek, emanetlere riayet etmek, üzerine aldığı vazifeleri

yerine getirmek gibi manaları da vardır. Sadakatin

zıddı hıyanettir.

Hainlik ise olgun bir Müslüman’a yakışmaz. Müslümanlar,

karşılıklı işlerinde, başka insanlarla olan her türlü

ilişkilerinde sadakat ahlakı üzere, doğru ve dürüst olmalıdırlar.

Aynı kökten gelen sıdkın (doğruluğun) zıddı ise yalandır.

Doğruluk; sözde, düşüncede ve davranışta gerçekleşir.

Müminler, doğruluk ve dürüstlükten asla taviz vermezler.

Kur’ân-ı Kerim’de, doğruluk ve istikametin üstünlüğü,

önemi çok net bir şekilde belirtilmiştir. Cenâb-ı

Hak şöyle buyuruyor: “Ey iman edenler, Allah’a karşı gelmekten

sakının ve hep doğru söz söyleyin!” Bu âyet-i

kerîme inançlı bir insanın her zaman dürüst olması gerektiğini bildirmektedir.

İlerleyen satırlarda sadakatin bütün bu manalarını daha detaylı inceleyeceğiz.

Doğru Yol Nedir, Doğru İnsan Kimdir?

Doğruluk, ahlakî vasıfların tamamını kendisinde toplayan

bir kavramdır. Bu vasfın anlaşılması ise doğru yolun

anlaşılmasına bağlıdır. Öyleyse doğru yol nedir? Biz,

her gün namazlarımızda günde en azından kırk defa okuduğumuz

Fatiha sûresiyle Rabbimiz’e, “Bizi doğru yola,

Sana doğru varan yola ilet. Nimet ve lütfuna nail ettiklerinin

yoluna ilet. Gazaba uğrayanların ve sapkınlarınkine

değil.” diyerek O’ndan doğru yolu talep ediyoruz.

Ayet-i kerimeden doğru yolun Cenâb-ı Hakk’ın insanlara

rehber olarak göndermiş olduğu peygamberlerin

yolu olduğu anlaşılıyor. Dolayısıyla bizim için doğru

yol, Efendimiz’in yoludur, yani İslam yoludur. Doğru insan,

Allah’ın emirlerine uyan, O’nun rızası istikametinde

yaşayan ve insanların hak ve hukuklarına riâyet eden insandır.

Doğru yol, Efendimiz’in yolu olduğuna göre en doğru

insan elbette Efendimiz’dir (s.a.s.). Bundan dolayı, doğru

olmak isteyen bir mümin, Peygamber Efendimiz’in ahlakını

kendisine rehber edinmelidir.

Efendiler Efendisi “el-Emin”di

Zamanla duvarları yıpranan Kâbe, Kureyş kabilesi tarafından

tamir edilip yenileniyordu. Kendi aralarında bir

iş bölümü yapmışlardı. Bu şekilde kabileden her kabile

Kâbe’nin inşasına iştirak etmek şerefine ermiş oluyordu.

Kâbe’nin inşası bitmişti. Sıra Hacerü’l-Esved’i yerine yerleştirmesine

gelmişti. Her bir aile bu şerefe kendilerinin

nâil olmasını istiyordu. Bu yüzden aralarında tartışma çıkmış,

mesele kavgaya, hatta birbirlerine kılıç çekmeye kadar

varmıştı. Kan dökülmesi an meselesiydi.

Neden sonra Kureyş’in en yaşlısı olan Ebû Ümeyye b.

Muğire şöyle bir teklifte bulundu: Sabah olduğunda Safâ

kapısından girecek ilk kişiyi hakem tayin edelim. Onun

dediğini kabul edelim.

Herkes bu teklifi makul bulup kabul etti. Sabah olmuştu.

Gözler pür dikkat kesilmiş, kapıdan ilk girecek kişiyi

bekliyordu. Bu sırada kapıdan Nebiler Serveri Sevgili

Peygamberimiz Hz. Muhammed’in (s.a.s.) geldiğini görünce

hepsi birden sevindiler. Çünkü onun doğruluğunda,

dürüstlüğünde hiç kimsenin zerre kadar şüphesi yoktu.

Bu yüzden O’na “el-Emin (kendisine güvenilen, itimat

edilen, sadık olan)” diyorlardı.

Efendimiz’e meseleyi arz ettiler. Allah Resûlü, bu

büyük şerefin yalnız kendisine has olmasını istemiyordu.

Oradakilerden genişçe bir yaygı istedi. Yaygı gelince

Efendimiz, hacerü’l-esved’i alıp yaygının üzerine koydu.

Sonra her bir aile reisine yaygının bir ucundan tutmalarını

rica etti. Bu şekilde hacerü’l-esved’i konacağı yere taşımak

şerefine her kabile nail olmuştu. Daha sonra kendisi yaygının

üzerinden Hacerü’l-Esved’i alarak mübarek elleriyle onu yerine yerleştirdi.

Kendisine kırk yaşında peygamberlik gelmişti. Fakat

O’nun kırk yaşına kadar yaşadığı nezih hayatı adeta peygamberliğin

alt yapısı gibiydi. O, Peygamberliğinden önce

de doğruydu, sadıktı, güvenilirdi Peygamberliğinden

sonra da. Onun lügatinde yalanın yeri yoktu.

İşte size bir misal: Sahabeden Hz. Muğîre İbn Şu’be

anlatıyor. O zaman henüz İslam’la şereflenmemiştim.

Ebû Cehil ile beraber bir yolda yürüyorduk. Bir aralık

Peygamberimiz karşımıza çıktı. Biz alabildiğine bir laubalilik

içindeydik. O ise kendisine yakışır bir vakar ve

eda ile yanımıza geldi. Bize hak ve hakikati anlattı. Ebû

Cehil, “Senin peygamber olduğunu kabul etsek zaten dinine

girer arkandan yürürdük. Seni kabul etmiyoruz.” dedi.

Bunun üzerine Allah Resûlü ayrıldı ve gitti. Sonra benimle

baş başa kalan Ebû Cehil bana şöyle dedi: “Aslında

O’nun getirdiği haberlerin hepsi doğru. O yalan söylemez.

Çünkü şimdiye kadar hiç yalanına şahit olmadık. Fakat

Abdülmüttalipoğulları, “Sikâye bizden, sidâne bizden,

rifâde (sikaye hacılara su dağıtma, sidane Kabeyi koruma,

rifade hacılara yemek dağıtma görevi) bizden, bir de kalkıp

peygamberlik de bizden!” derlerse buna dayanamam.

Bu, Allah Resûlü’nün doğruluk adına sinelerde nasıl

bir yer tuttuğunu göstermesi açısından önemli bir itiraftır.

Tevrat’ta Efendimiz’in vasıflarını okuyan Abdullah

b. Selam, bizzat Allah Resûlü’nün simasını gördüğünde,

“Vallahi bu simada yalan yok” demiş, dize gelip “Lâ ilâhe

illallah Muhammedun Resûlullah” diyerek Müslüman olmuştur.

Daha sonra sahâbe olma şerefine eren bir zat anlatıyor:

Cahiliye devrinde Allah Resûlü’yle bir yerde buluşmak

üzere sözleşmiştik. Ben verdiğim sözü unuttum. Üç

gün sonra hatırladığımda koşarak anlaştığım yere gittim.

Baktım ki Allah Resûlü orada. Bana ne kızdı ne de darıldı.

Sadece, “Ey genç! Bana meşakkat verdin. Üç gündür seni

burada bekliyorum.” dedi.

Bir misal daha verelim: İslam’ın ilk şehitlerinden Hz.

Yasir ile Hz. Sümeyye’nin oğlu Hz. Ammar evine gelir.

Anne ve babası, “Oğlum! Nerdeydin?” diye sorarlar.

Ammar cevap verir: “Peygamber Hz. Muhammed’in yanındaydım.”

“Peygamber mi o?” derler, “Evet! Allah’tan,

Kitap’tan bahsediyor.”

Bunun üzerine Hz. Yasir şöyle der: “Muhammed,

Mek-ke’de kırk yaşına kadar bir tek yalanı duyulmayan

bir insandır. İnsanlara karşı yalan söylemeyenin Allah’a

karşı yalan söylemesi hiç mümkün değildir!” der ve hemen

orada Müslüman olur.

Hayatında yalanın semtine bile uğramadığı sadakat

abidesi Efendimiz’in doğruluğunu anlatmaya devam ediyoruz.

Allah Resûlü zaman zaman nükte ve şakalar yapıyordu.

Ancak O (s.a.s.) bunda bile doğruluğu ön plana çıkarıyordu.

Sahabe Efendilerimiz hilaf-i vâki beyanla, bilmeyerek

mizah yaptıklarında Peygamberimiz onları ikaz

etmiştir. Çünkü mizah bile olsa mümin her zaman doğru

olmalı, doğruyu konuşmalıdır. Yalan, imandan daha ziyade

küfre yakındır. Şöyle veya böyle yalan söyleyen her kişi,

küfre doğru bir adım atmış demektir. Yalan söylemekle

kâfir olunmaz ama yalan bir nifak alametidir. Bu konuyu

ileride daha detaylı inceleceğiz.

Evet, yalan, bir söze girdiğinde onu mizah olmaktan

çıkarır. Efendimiz (s.a.s.) bu mevzuda kendisinin mizahını

da misal verir. Mesela, kendisine on veya on bir yaşlarında

teslim edilen Hz. Enes’i bazen, “Zü’l-üzüneyn – İki kulaklı!”

diyerek çağırır. İşte bu, doğruyu konuşmadır. Fakat

birine makam münasebetiyle iki kulaklı demek farklı bir

mana ifade edebilir. Efendimiz burada doğru konuşmuştur

ve O (s.a.s.) mizahlarında bile dosdoğru olmasını bilmiştir.

Mesela başka bir defasında huzuruna yaşlı bir kadın

girmiştir. Efendimiz (s.a.s.) onun o saf hâlini görmüş, o

aydınlık çehresine bakmış ve nüktesiyle sevindirmişti.

Kadın, Efendimiz’e cennetle alakalı bir arzusunu ifade

edince Nebiler Serveri de: “İhtiyarlar cennete giremez.”

demiştir. Kadın ağlayınca Efendimiz (s.a.s.), “Ona söyleyin

ki cennete, bu yaşlı hâliyle giremez.” demiştir.

İşte Efendimiz bu mizahında da önce zihnî bir gerilime

sevk etmiş sonra da söyleyeceğini söylemiştir. O, bütün

mizahlarında hilaf-i vâki beyâna kapıları kapalı tutmuştur.

Zira O (s.a.s.), hep doğru söylemiştir.

Sevgini paylaş

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir