Efendimiz’in (sas) Gençlik Dönemi ve Eğitimi

Cenâb-ı Hakk’ın hikmet dolu hadiselerle “hayatı”, O’nun için âdeta bir mektebe çevirdiği ve böylece O’nu, ebedi ve evrensel risalet vazifesine, bu vazifeyi eda ederken karşısına çıkacak meselelere hazırladığı anlatılmıştı. Bu hazırlık süreci, peygamber olarak seçilip gönderileceği ana kadar devam etmişti ki bu makalede O’nun, gençlik yıllarında yaşadıkları ve bunların eğitimine sunduğu katkı üzerinde durulacaktır. Çocukluk yıllarında aldığı “merhamet, dil, beden ve liderlik” eğitiminin yanında gençlik yıllarında hadiselerin diliyle Cenâb-ı Hak, kendisine şu eğitimleri de vermişti:

Mesuliyet Eğitimi

Dedesinin vefatından sonra sekiz yaşındaki Hz. Muhammed (aleyhissalâtu vesselâm), müşfik amcası Ebû Tâlib’in evine taşınmıştı. Fakat amcasının mali durumu iyi değildi. Yaşanan maddi sıkıntılar, O’nu, evin geçimine katkıda bulunma düşüncesine götürmüş ve bu da kendisini küçük yaşta çobanlık yapmaya sevk etmişti.1 Çobanlık, mesuliyet eğitimi noktasında önemli bir meslekti. Zira çobana, can emanet ediliyordu; koyunları götürüp otlatması, karınlarını doyurması, uçurumlara yuvarlamadan ve kurda kuşa yem etmeden sapasağlam geri getirmesi gerekiyordu. Bu da dikkat isteyen bir durumdu. Bu manada peygamberlerin hayatında çobanlığın özel bir yeri vardı. Hz. Musa (aleyhisselâm), yıllarca Hz. Şuayb’ın (aleyhisselâm) hayvanlarına çobanlık yapmıştı.2 Meşhur asasını da hayvanları gütmek için kullanıyordu. 

Hiç şüphesiz aldığı bu inisiyatif, O’ndaki mesuliyet duygusunun inkişafında önemli bir rol oynamıştı. Hatta O, peygamberlik yıllarında herkese mesuliyetini hatırlatırken meseleyi çobanlık üzerinden izah etmişti: “Hepiniz çobansınız; hepiniz sürünüzden mesulsünüz. Devlet reisi de bir çobandır ve sürüsünden mesuldür. Erkek, ailesinin çobanıdır ve sürüsünden sorumludur. Kadın, kocasının evinin çobanıdır ve sürüsünden sorumludur. Hizmetkâr, efendisinin malının çobanıdır; o da sürüsünden sorumludur. Netice itibariyle hepiniz çobansınız ve sürünüzden sorumlusunuz.”3 Allah karşısına çıkardığı hadiseler, yokluklar ve zorluklar ile O’nu, yavaş yavaş ebedi risalet vazifesine hazırlıyordu.

Hak Hassasiyeti Eğitimi

Cahiliye Araplarında güçlü olan haklı görülüyor ve bundan dolayı gücü elinde bulunduranlar zayıflara zulmediyordu. Şiirleri Kâbe’nin duvarlarına asılanlardan Züheyr İbn-i Ebî Sülma bir mısraında “Zulmetmeyene zulmedilir!” diyerek bu mantığın arkasında yatan düşünceye tercüman oluyordu. Ticaret adına Mekke çok önemli bir merkezdi ve yarımadanın değişik yerlerinden insanlar, mallarını satmak için buraya geliyorlardı. Fakat bazı Mekkeliler, kabilelerinin gücüne güvenerek şayet tüccar yalnız gelmişse elindeki malı alıyor sonra da ücretini ödemiyordu.

Yemen’den Zübeyd kabilesinden bir tüccar Mekke’ye gelmiş; ondan mallarını satın alan Âs İbn-i Vâil es-Sehmî parayı ödememişti. Derdini bazı insanlara söyleyip yardım istese de kimse oralı olmamıştı. Bunun üzerine Ebû Kubeys tepesine çıkıp uğradığı mağduriyeti dile getiren şiirler okumuştu. Onu işiten Efendimiz’in amcası Zübeyr İbn-i Abdulmattalib, Mekke’nin en nüfuzlu, zengin ve yaşlı insanlarından Abdullah İbn-i Cüd’ân’a müracaat ederek bu türlü haksızlıkları giderme adına bir toplantı yapmaya ikna etmişti. Benî Hâşim, Benî Muttalib, Beni Zühre, Benî Teym ve Benî Esed’e mensup bir grup insan İbn-i Cüd’ân’ın evinde toplanmıştı. Toplantı da hazır bulunanlardan birisi de o gün yirmi yaşında olan Hz. Muhammed’di (aleyhissalâtu vesselâm). 

Gönüllülerden oluşan bu heyet, Mekke’deki her türlü haksızlığı takip etmeye karar vermiş ve “Allah’a and olsun ki Mekke’de birine zulüm ve haksızlık yapıldığı zaman hepimiz, o kimse ister iyi ister kötü, ister bizden ister yabancı olsun, kendisine hakkı verilinceye kadar tek bir el gibi hareket edeceğiz; deniz süngeri ıslattığı ve Hira ile Sebîr dağları yerlerinde kaldığı sürece bu yemine aykırı davranmayacağız ve birbirimize malî yardımda bulunacağız!”5 diyerek aralarında and içmiştiler.6 Tarihe “Hılfu’l-Fudûl” olarak geçen bu girişim, Muhammedü’l-Emîn için zulüm ve haksızlığa maruz kalan insanlara sahip çıkma noktasında önemli bir tecrübe olmuştu. 

İnsanların hak ve hukukuna çok saygılı yaşayan Hz. Muhammed (aleyhissalâtu vesselâm), başkalarının en temel hak ve hürriyetlerini muhafaza hususunda da uzun süre varlığını sürdürecek bu girişimin aktif bir üyesi olmuştu. Nitekim peygamberlik döneminde hayatında çok önemli bir yeri olan bu faaliyete atıfta bulunmuş ve şöyle buyurmuştu: “İbn-i Cüd’ân’ın evinde Hılfu’l-Fudûl’de hazır bulundum. O meclisten o kadar memnun oldum ki ona bedel bana kızıl develer verilse o kadar sevinmezdim. O anlaşmaya şimdi de çağrılsam yine icabet ederim.”7 

Cenâb-ı Hak, karşısına çıkardığı bu vb. sivil aktiviteler ile hak hassasiyeti ve adalet noktasında temiz fıtratını korumasına ve vicdan mekanizmasının enginleşmesine yardımcı olmuştu. Öyle ki O, daha hakkı ikame için gönderilmeden önce halk, kendisini “el-Emîn” diye anıyor ve çağırıyordu.

İrade ve İffet Eğitimi

Cahiliye Arapları, zaman içerisinde kadın, aile hayatı ve evliliklerle ilgili birçok töre geliştirmişti. İklim şartları vb. sebeplerle çocuklar çok erken yaşta ergenlik dönemine giriyor ve erken yaşta evlendiriliyorlardı. O günün dünyasında kadının ve erkeğin çocukluk sonrası yapması gereken herhangi bir sorumluluk yoktu. İnsanlar doğuyor, büyüyor, evleniyor, karnını doyuracak bir işle meşgul oluyor (ticaret, tarım, hayvancılık, şairlik ve kölelik gibi) sonra da ölüyorlardı. Önlerinde bugünkü gibi bir eğitim süreci vs. şeyler yoktu. Böylesi bir atmosferde O (aleyhissalâtu vesselâm), yirmi beş yaşına kadar bekar yaşamıştı. 

Giyim kuşam başta olmakla her açıdan Cahiliye kültürünün şekillendirdiği Mekke’de O, iffetini hep muhafaza etmiş; göz ucuyla bile ileride İslam’ın haram kılacağı şeylere nazar etmemişti. Peygamberlik döneminde bu konularla alakalı ahlaki ve hukuki düzenlemeleri bir bir hayata geçirirken hiç kimse çıkıp da kendisini “Dün şöyle şöyle yapıyordun veya yaşıyordun!” şeklinde itham edememişti. Geçmişi de duygu ve düşünceleri gibi tertemizdi. Aynı hassasiyet, eli ve dili için de geçerliydi. Hiç kimse canı, malı ve namusu hususunda O’ndan zerrece zarar görmemişti. En büyük düşmanları en değerli eşyalarını getirip O’na emanet ediyorlardı.

O, iradesinin hakkını vermiş; toplumdaki ve sokaktaki kirliliklere rağmen şahsiyetini lekeleyecek hal ve hareketlerden uzak durmuştu. Hatta Cenâb-ı Hak, O’nun, istemeden gözüne ilişebilecek bir olumsuzluğun bulunduğu zeminlere iradî olarak gitmesine izin vermiyordu. Uyku ve baygınlık hali gibi yollarla O’nu, böylesi ortamlardan uzak tutuyordu. Bütün değerlerin altüst olduğu Cahiliye Mekke’sinde O, bir iffet abidesi olarak parmakla gösterilir hale gelmişti.

Ticaret Eğitimi

Ticaret, toplumların refahında, ıslahında ve çöküşünde insanlık tarihi boyunca büyük roller oynamıştır. Üretici, satıcı veya tüketici olarak ticaretin dokunmadığı insan yoktur. Bir toplumdaki adalet ve ahlak seviyesi adına pazara bakmak yeterlidir. Tarım ve hayvancılığa elverişli olmayan Mekke’de temel geçim kaynağı ticaretti. Yaz aylarında Şam tarafına kış aylarında Yemen tarafına doğru ticaret kervanları gönderiliyordu. Haram aylarda ise Mekke bölgesi âdeta bir fuar alanına dönüyordu. 

Allah Resûlü de ilk ticaret yolculuğuna gençliğinin başında çıkmış ilerleyen zaman dilimlerinde de bu yolculuklarını sürdürmüştü. Hz. Hadîce ile tanışmasına ve evlenmesine de ticaretteki başarısı ve dürüstlüğü vesile olmuştu. Birçok pazar ve panayır gezmiş ve buralarda ticari hayata hâkim olan algı, anlayış ve ahlakın fotoğrafını çekme imkânı elde etmişti. Hem ticareti bizzat yaşayarak öğrenmiş hem de çarşı pazardaki yalan ve hilelere şahit olmuştu. Peygamberlik yıllarında ticaret hukuku ve ahlakıyla alakalı uygulamaları, düzenlemeleri, emir ve tavsiyeleri, iktisadî hayatın hak, hukuk ve ahlak kuralları çerçevesinde inşa edilmesini beraberinde getirmişti. Kur’ân’ın yönlendirmelerinin yanında sahayı da bilmesi, bu hususlarda hızlı yol almasına büyük katkı sağlamıştı.

Ruh Terbiyesi

Girişte de ifade edildiği üzere Allah Resûlü, ümmî bir insandı. Bir okulda eğitim almamış, bir din, felsefe ya da ideoloji tanımamıştı. Peygamberliğine kadar ruhu, zihni ve kalbi, annesinden doğduğu hal üzere tertemiz kalmıştı. Bundan dolayı fert, aile ve cemiyet hayatına hâkim olan duygu ve düşünceler, ruhunu sıkıyor ve kendisini bunaltıyordu. Ruhunu arındırması, dinlendirmesi, tefekkürle zenginleştirmesi ve inkişaf ettirmesi için Allah kendisine yalnızlığı sevdirmişti. Bunun için Ramazan ayında Hira’da inzivaya çekiliyordu. Risalet yıllarında bu inzivanın yerini yine Ramazan ayında olmakla itikaf alacaktı.

Günlerce, çok sevdiği ve baktıkça huzur bulduğu Kâbe’yi de görebildiği Hira’da kalıyor, tefekkürde bulunuyor ve Cahiliye kültüründen uzak bir zeminde tefekkür içerisinde ruhunu dinlendiriyordu. Allah kendisine inzivayı sevdirerek âdeta O’nu, özel bir kampa almıştı. Burada O, vahyi duyacak, alacak ve içselleştirecek bir ruh kemaline, berraklığına ve dinginliğine erişmişti ki ilk vahyi de böylesi bir halde Hira’da almıştı.

Sonuç

İlk makalede ifade ettiğimiz gibi insan hazır olmadığı şeyin hakkını, hakkını veremediği şeyin de hesabını vermekte zorlanır. Bu çerçevede Allah, bütün peygamberlerini hadiselerle belli bir kıvama eriştirmiş, vazifelerine hazırlamış ve ondan sonra onları hayatları boyunca sürecek bir aksiyonunun içene sokmuştur. Aynı husus Allah Resûlü için de geçerlidir. Kırk yaşında nübüvvetle görevlendirilen Hz. Muhammed, Cenâb-ı Hakk’ın karşısına çıkardığı hadiselerin imbiğinden geçmiş, fıtrî donanımını geliştirmiş, kendini, insanı, toplumu, hayatı tanımış ve her hususta ebedî risalet vazifesini yüklenecek olgunluğa erişince bütün insanlara gönderilmiştir. Hisleri, duyguları, düşünceleri, hassasiyetleri, bakış açısı, kabiliyetleri, hak, hukuk ve ahlak anlayışı noktasında herkesin takdir ettiği bir zirvede iken İslam’ı alıp hayata ve insanlığa taşımıştır.

Allah’ın, Resûlü’nü yetiştirme sürecinden hareketle gençlerin eğitimi noktasında şu çıkarımları yapabiliriz:

  1. Hayat aktif bir süreçtir. Ömür insandan bağımsız bir şekilde tükenmektedir. Dolayısıyla herkesin üstüne düşeni yapması, mesuliyet duygusuyla yakından alakalıdır. Gençlere, hayat adına sorumluluk alma eğitimi verilmeli ve bu bilinç geliştirilmelidir. Her şeyi hep başkalarından bekleyenler önlerinde nehir varken susuzluktan tükenirler.
  2. Gençlere erken yaşlarda hak ve hukuk hassasiyeti kazandırılmalıdır. Onlar hem kendi haklarını koruma hem başkalarının hakkına girmeme hem de hak sahibine destek olma noktasında şuurlu hale getirilmelidir. Bunun için çevrelerinin hak hassasiyeti ile dolu insanlarla örgülenmesinin yanında hak ve hukuku ikameyi görev edinmiş derneklere, kuruluşlara katılmaları yetişmelerine katkı sağlayabilir.
  3. Hayata ve sokağa hâkim olan yaşantı ne kadar problemli olursa olsun gençlere her türlü kötülüğe karşı direnme, iradelerinin hakkını verme ve yanlışa bulaşmama eğitimi verilmelidir. Onlara, başkalarının canı, malı ve namusu hususunda kendilerini emniyette hissettiği bir iffet insanı olarak kalmanın ve yaşamanın yolları gösterilmelidir.
  4. İnsanlar arasında güvenin, adaletin ve ahlakın yozlaşmasında ticari hayatın büyük rolü vardır. Bu manada gençler bir taraftan dürüst ve adil olarak yetiştirilirken diğer taraftan pazara hâkim olan anlayış hususunda bilinçlendirilmeli; böylece hem aldatmalarının hem de aldatılmalarının önüne geçilmelidir.
  5. Hayatın günlük akışı içerisindeki koşuşturmalar insan ruhunu yorabilir, kirletebilir veya bunaltabilir. Onlara dönüp kendilerine bakma, ruhlarını dinleme, onarma ve kendine gelme noktasında vakit ayırma öğretilmelidir. Gelecekte karşılarına çıkabilecek her türlü vazifeyi ya da problemi göğüsleyebilecekleri bir ruh kemali kazandırılmalıdır.

https://www.peygamberyolu.com/efendimizin-sas-genclik-donemi-ve-egitimi/

Sevgini paylaş

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir