Efendimizin ibadet hayati

İbâdet dinî bir terim olarak insanın Allah’a saygı, sevgi ve itaatini göstermek, O’nun hoşnutluğunu kazanmak niyetiyle ortaya koyduğu belirli tutum ve gerçekleştirdiği davranışlardır. Bir tanıma göre ubûdiyyet “kulun Allah’ın yaptıklarından memnun olması”, ibadet ise “O’nun razı olacağı işleri yapması”dır (Lisânü’l-ʿArab, “ʿabd” md.; Tâcü’l-ʿarûs, “ʿabd” md.). İslâm’a göre, insanın yaratılış gayesi Allah’a ibadet etmektir. Kur’an-ı Kerîm’de şöyle buyurulur: “Ben cinleri ve insanları ancak bana ibadet etsinler diye yarattım” (ez-Zâriyât, 51/56).

Her hâliyle ümmeti için örnek olan en büyük rehber efendimizin (asm) dini temsili, dini tebliğinden bir adım ötedeydi. Dini tebliğde en sağlam en güvenilir rehber olan efendimiz dini temsil ve ibadet hayatında da insanlığın iftihar tablosuydu. Melekleri bile imrendirecek hassasiyette kulluğuyla biricik önderimizdir.  Efendimizin ibadet hayatı onun peygamberliğiyle de sınırlı değildi. Cahiliye döneminin kirine pasına zerre kadar bulaşmadan, tertemiz bir çocukluk ve gençlik yaşayan Efendimiz (sav) kendisine peygamberlik verilmezden önce de ibadet ediyordu. Hadîslerde bu tehannüs kelimesiyle izah ediliyor. Fakat ne şekilde ibadet ettiğine dair bir rivayet yoktur. İhtimal, Üstat Bediüzzaman’ın dediği gibi, İbrahim’in (as) bakiye-i diniyesi ile amel ediyordu.

Efendimizin ibadet hayatında en müstesna yer elbette namazındı. Efendimiz namazla huzur buluyor, namazla diriliyor, derdi üzüntüsü namazla geçiyordu. “Rabbini sabah akşam içten içe, boyun büküp yalvara yakara, derin bir ürpertiyle ve ancak kendin işitebileceğin bir sesle zikret! Sakın gâfillerden olma!”(Â’raf, 205) “Rasûlüm! İman eden kullarıma söyle: İçinde hiçbir alışverişin bulunmadığı, dostluğun fayda vermediği o dehşetli kıyâmet günü gelip çatmadan namazlarını dosdoğru kılsınlar ve kendilerine verdiğimiz rızıklardan Allah yolunda gizlice ve açıktan harcasınlar!” (İbrahim, 31) ve “Gecenin bir kısmında uyanıp sana mahsus bir ibâdet olmak üzere teheccüd namazı kıl. Böyle yaptığın takdirde umulur ki Rabbin seni Makâm-ı Mahmûd’a eriştirir.” (İsra, 79) gibi ayetlerle emredilen namazı efendimiz yine kendi ifadesiyle “göz aydınlığı” olarak ifade ediyordu. Gündüzleri ümmetiyle namaz kılıyor, savaşlarda, yolculukta, hastalıkta bile terk etmediği namazını geceleri Rabbiyle başbaşa iken ayaklarının altı şişene kadar sürdürüyordu. Hatta efendimiz namaza olan düşkünlüğü, ona olan sevgisini “Allah her nebiye bir arzu, istek ve şehvet vermiştir. Bana gelince, benim şehvetim, gece namaz kılmaktadır.”(Taberani, el- Mucemü’l-kebir, 12/84) diyerek dile getirmiştir. Hz. Âişe Validemiz (radıyallâhu anhâ) anlatıyor: “Bir gece uyandığımda, Allah Resûlü’nü yanımda göremedim. Aklıma, diğer hanımlarından birinin yanına gitmiş olabileceği ihtimali geldi. El yordamıyla etrafı yokladım. Elim ayağına dokundu. O zaman Allah Resûlü’nün namaz kılmakta olduğunu anladım. Başı secdedeydi. Kulak verdim, hıçkıra hıçkıra ağlıyor ve şöyle yakarıyordu:

“Allahım! Senin gazabından Senin rızana sığınırım. İkabından affına sığınırım. Allahım! Başka değil, Senden yine Sana sığınırım. (Celâlinden cemaline, gazabından rahmetine, azamet ve heybetinden, şefkat ve re’fetine sığınırım.) Zâtını senâ ettiğin ölçüde, Seni senâ etmekten âciz olduğumu itiraf ederim.” (Müslim, salat 221) “Senin komşuluğun, yakınlığın, azizliktir. Senin senâ ve övülmen, yücedir. Senin ordun mağlup edilemez. Sen vaadettiğin şeyde, vaadinden dönmezsin. Senden başka ilâh, Senden başka mâbud da yoktur.” (Ebu Davud, edeb 97)

Efendimizin sevdalısı olduğu ibadetlerinden biri de oruçtu. Pazartesi-Perşembe oruçları, savm-ı visâl yani hiç iftar etmeden birkaç gün üst üste oruçları ki Hazret-i Ayşe bu konuda şöyle buyuruyor:“Resûl-i Ekrem bâzen sürekli olarak oruç tutardı. Öyle ki, artık bir daha orucunu bozmayacak zannederdik.” (Buhârî, Savm, 53) Yine her ayın on üç, on dört ve on beşinci günlerinde tuttuğu oruçlar Şevval’de altı gün oruçları Muharrem’de âşûre orucu efendimizin çoğunlukla terk etmediği ibadetlerindendir. Ayrıca Efendimiz “Oruç, insanı günaha karşı koruyan bir zırhtır.” (Buhari, savm 2) sözüyle yazın en sıcak günlerinde, muhaberelerde, yolculuklarında hatta en şiddetli harp günlerinde bile bu zırhla korunmuştur.

Efendimiz (asm) ömrü boyunca zekat gelirlerinden pay almamış ehl-i beytinin de zekât gelirlerinden yararlanmasını yasaklamıştır. O (asm) eline ne geçerse bunu Allah yolunda harcamış Hz Hatice annemizin servetini bu uğurda kullanmıştır. Efendimiz sadaka olarak elinde avucunda ne varsa isteyen herkese anında vermiş, malın mülkün evinde bir gece kalmasına bile gönlü razı olmamıştır. Hatta bir defasında mescidde namazdan sonra hızlıca bulunduğu yerden kalkıp safların arasından süratle odasına gitmiş, cemaat onun bu telaşından korkmuşlardı. Biraz sonra döndüğünde kendisinin bu şekilde acele davranmasından dolayı cemaatte bir merak uyandığını gördü ve onlara durumu haber vermek üzere, “Odada bir miktar altını sadaka olarak dağıtmak üzere bırakmıştım. Onun gece evde kalmasını uygun görmedim” buyurmuştur. (Buhârî, “Zekât” 20.) Zekât ve sadaka verme konusunda “Uhud Dağı kadar altınım olsa üç dinar dışında hepsini infak etmek isterim”(İbn Mâce, “Zühd” 8.) diyerek ibadet aşkını ufuklara taşıyan efendimiz ümmeti içinde “Yarım hurmayla da olsa cehennemden korunun” (Buhârî, “Menâkıb” 25.) diyerek tavsiyede bulunmuştur.

Efendimizin ibadet hayatında önemli bir yerde dua ve zikirdir. De ki: “Duanız olmasa, Rabbim size ne diye değer versin!(Furkan, 77) ve “Rasûlüm! Kullarım sana beni sorarlarsa, şüphesiz ben onlara çok yakınım. Bana dua edenin duasına icâbet ederim. Öyleyse onlar da benim dâvetime uysunlar ve bana iman etsinler.” (Bakara, 186) gibi ayetlerle emir buyrulan dua efendimizin hayatının her anında ve her yerinde yer almıştır. O (sav) uyurken, kalkarken, su içerken, abdest alırken, bir şeyler yiyip içerken, giyinirken, aynaya baktığında, devesine bindiğinde, farklı bir mekana girdiğinde veya sabahları akşamları, güneş veya ay tutulmasında kısaca her anında dilinden ve kalbinden dua eksik olmamıştır. “Gönülden yalvararak, korku ile ve yüksek olmayan bir sesle, sabah ve akşam Rabbini zikret. Sakın gafillerden olma!’ (7/A’râf 205) şeklinde Kur’an-ı Kerim’de en çok vurgulanan ibadetlerden zikir de efendimizin hem diğer ibadetlerin içerisinde hem de müstakil olarak günlük aksatmadığı ibadetlerinden olmuştur. Yine kendi ifadesiyle “Ey insanlar! Allâh’a tevbe edip O’ndan af dileyiniz. Zîrâ ben O’na günde yüz defa tevbe ederim.” (Müslim, Zikir, 42) diyerek günah işlemekten uzak olmasına rağmen günahtan uzak duramayan ümmetine rehberlik etmiştir.

Her ibadetinde zirvede olan, ulaşılması mümkün olmayan fakat ümmeti için kendisinden başka tümüyle takip edilecek, üsve-i hasene olan, izinden gitmenin de ayrı bir ibadet olduğu efendimizin ibadet hayatı Onun (asm) her halini kuşatmıştır. O namaz, oruç, zekât, hac, kurban gibi ibadetlerin ötesinde gülmesi, konuşması, tebliği, yardımseverliği, cesareti, hoşgörüsü, merhameti, dostluğu, güveni, affediliciği, çocuklara kadınlara karşı rahmeti, farklı din mensuplarına, kendisine kötülük yapanlara, tüm can taşıyanlara karşı tutumu ile de ibadet etmiş bunlarında ibadet hayatının parçası olduğunu bizzat örnekliği ile göstermiştir.

Son olarak efendimizin ibadet hayatını Fethullah Gülen Hocaefendi “hele ibadeti, hele ibadeti! O’nun ibadetine bakan insan, sanki O, hayatında başka hiçbir iş yapmamış da, hep ibadet etmiş zannederdi. Evet O, kulluğunda bu kadar derindi. Zaten, bütün güzelliklerde de O, öyle değil miydi? Hangi sahada, O’na kim yetişebilmişti ki? Hayır, hiçbir sahada, hiç kimsenin O’na ulaşması mümkün değildi.!” sözüyle ifade etmiştir.

Sevgini paylaş

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir