Efendimizin gençligi

Peygamber Efendimizin (asm) babası Abdullah, efendimiz dünyaya teşrif etmeden önce vefat etmiş ve peygamberimiz, dünyaya yetim gelmişti. Öz babasının sevgisini ve sıcaklığını hiç hissedememişti. Üstelik doğumundan çok kısa bir süre sonra Mekke’deki şartlardan ve âdetlerden dolayı sütanneye verilmiş; annesinin şefkatinden ve ilgisinden uzakta büyümüştü. Beş yıllık ayrılıktan sonra annesine kavuşmuş fakat bu da ancak bir yıl sürmüş; Medine’den, babasının kabrini ziyaretten dönerken Ebva’da annesi vefat etmiş ve O, altı yaşında öksüz kalmıştı. Çok sevdiği dedesinin yanına yerleşmiş fakat bu da sadece iki yıl sürmüştü. (İbn-i Hişâm, Sîre 1)

Efendimizin arka arkaya yaşadığı bu hüzün dolu hadiseler, O’nun ruhunda, vicdanında, gönlünde ve hislerinde derin izler bırakmıştı. Zira merhamet ve şefkatin, insan başta olmak üzere canlılar için ne kadar önemli bir ihtiyaç olduğunu, iliklerine kadar yaşayarak öğrenmişti. Bu da O’nun hayata ve varlığa bakışına etki etmişti.

Peygamberlik öncesinde samimi bir sevgiye, ilgiye, şefkate ve merhamete ihtiyaç duyan kim varsa (başta yetimler, köleler, fakirler) olmak üzere hemen harekete geçiyor, merhamet ve şefkat kanatlarını sonuna kadar açıyor ve sahip çıkıyordu. İlk vahyi aldığı gün, hanımı Hz. Hadîce (radıyallahu anhâ), kırk yıllık yaşantısını nazara vererek O’nu şöyle teselli etmişti: “Öyle söyleme! Vallahi Allah, seni, hiçbir zaman utandırmaz, üzüntüye düşürmez. Zira sen, akrabayı görüp gözetirsin. İşini görmekten aciz olanların yükünü taşırsın. Yoksulun ihtiyacını giderir, hiç kimsenin kazandıramayacağını kazandırırsın. Misafiri ağırlar, hak yolunda karşılaştıkları musibet ve felaketlerde halka yardım edersin. Sözü, doğru söyler; emaneti, yerine verirsin. Ayrıca güzel huylusun.”(Buhârî, Bedu’l-vahy 1; İbn-i Sa’d, Tabakât 1/194)

Peygamberimizin Medine’de yetişmesi noktasında birçok açıdan hayırlara vesile olmuştu. İlk olarak sütanne yanında O, tam bir aile ortamına kavuşmuştu. Bebekken girdiği ve beş yıl kaldığı bu yuvada hem annesi ve babası hem de kız ve erkek kardeşi vardı. Üstelik şuuraltı, Mekke’ye hakim olan Cahiliye kültüründen korunmuştu. Ayrıca her şeyiyle daha sağlıklı, temiz ve doğal bir ortama yerleşmiş ve bunun kemik, kas ve beden gelişimi üzerinde ciddi etkileri olmuştu. Sütannesi, O’nun iki yaşında âdeta beş altı yaşında gürbüz bir çocuk gibi göründüğünü haber vermişti. Sağlam ve sağlıklı gelişen bedeninin hem ilerleyen yıllarda hem de peygamberlik döneminde büyük faydasını görmüştü. Dağlara (Hira, Sevr hatırlanabilir) çok rahat tırmanıyor ve aylar süren seferlere çıkabiliyordu. Sadece Medine döneminde otuz civarında yolculuğa çıkmıştı. Hicrette 53, çıkmak zorunda kaldığı ilk cephede 54, yaklaşık iki ay süren Tebûk seferinde 62 yaşındaydı. 8 gün gidiş 8 gün dönüş olmakla toplamda 27 gün süren hac yolculuğunu 63 yaşında yapmıştı. Hayber kuşatması esnasında bir ses duyulmuş ve herkes sesin geldiği yere koşarken kimse O’na yetişememişti. Mekkelilerin meşhur pehlivanı Rukane’yi bir hamlede yere sermiş hem Mekke’de hem de Taif’te şahsına yapılan boykot ve eziyetler karşısında dişini sıkıp sabretmişti. (https://www.peygamberyolu.com/efendimizin-sas-cocukluk-donemi-ve-yetismesi/)

Dedesinin vefatından sonra sekiz yaşındaki Hz. Muhammed (aleyhissalâtu vesselâm), amcası Ebû Tâlib’in evine taşınmıştı. Fakat amcasının mali durumu iyi değildi. Yaşanan maddi sıkıntılar, O’nu, evin geçimine katkıda bulunma düşüncesine götürmüş ve bu da kendisini küçük yaşta çobanlık yapmaya sevk etmişti. Çobanlık, mesuliyet eğitimi noktasında önemli bir meslekti. Zira çobana, can emanet ediliyordu; koyunları götürüp otlatması, karınlarını doyurması, uçurumlara yuvarlamadan ve kurda kuşa yem etmeden sapasağlam geri getirmesi gerekiyordu. Hiç şüphesiz aldığı bu inisiyatif, O’ndaki mesuliyet duygusunun inkişafında önemli bir rol oynamıştı. Hatta O, peygamberlik yıllarında herkese mesuliyetini hatırlatırken meseleyi çobanlık üzerinden izah etmişti: “Hepiniz çobansınız; hepiniz sürünüzden mesulsünüz.‘’ (Buhari, Itk 17 )

İnsanların hak ve hukukuna çok saygılı yaşayan Hz. Muhammed (aleyhissalâtu vesselâm), başkalarının en temel hak ve hürriyetlerini muhafaza hususunda da uzun süre varlığını sürdürecek bu girişimin aktif bir üyesi olmuştu. Nitekim peygamberlik döneminde hayatında çok önemli bir yeri olan bu faaliyete atıfta bulunmuş ve şöyle buyurmuştu: “İbn-i Cüd’ân’ın evinde Hılfu’l-Fudûl’de hazır bulundum. O meclisten o kadar memnun oldum ki ona bedel bana kızıl develer verilse o kadar sevinmezdim. O anlaşmaya şimdi de çağrılsam yine icabet ederim.”(Hâkim, Müstedrek 2/220; Beyhakî, Sünen 6/366)

Giyim kuşam başta olmakla her açıdan Cahiliye kültürünün şekillendirdiği Mekke’de O, iffetini hep muhafaza etmiş; göz ucuyla bile ileride İslam’ın haram kılacağı şeylere nazar etmemişti. Peygamberlik döneminde bu konularla alakalı ahlaki ve hukuki düzenlemeleri bir bir hayata geçirirken hiç kimse çıkıp da kendisini “Dün şöyle şöyle yapıyordun veya yaşıyordun!” şeklinde itham edememişti. Geçmişi de duygu ve düşünceleri gibi tertemizdi. Aynı hassasiyet, eli ve dili için de geçerliydi. Hiç kimse canı, malı ve namusu hususunda O’ndan zerrece zarar görmemişti. En büyük düşmanları en değerli eşyalarını getirip O’na emanet ediyorlardı.

Hz. Muhammed, Cenâb-ı Hakk’ın karşısına çıkardığı hadiselerin imbiğinden geçmiş, fıtrî donanımını geliştirmiş, kendini, insanı, toplumu, hayatı tanımış ve her hususta ebedî risalet vazifesini yüklenecek olgunluğa erişince bütün insanlara gönderilmiştir. Hisleri, duyguları, düşünceleri, hassasiyetleri, bakış açısı, kabiliyetleri, hak, hukuk ve ahlak anlayışı noktasında herkesin takdir ettiği bir zirvede iken İslam’ı alıp hayata ve insanlığa taşımıştır.

https://www.peygamberyolu.com/efendimizin-sas-genclik-donemi-ve-egitimi/

Çocukluk ve gençliğinde Allah’ın gözetim ve koruması ile tertemiz bir hayat yaşayan peygamber efendimizin(ASM) peygamberliğinin ilk dönemlerinde onun getirdiği kurtuluş yoluna girenlerin, dine omuz verip, bu uğurda mücadele edenlerin, çoğunu tertemiz gençler oluşturmuştur.

Meselâ Hazret-i Ali (ra) İslâm’ı kabul ettiğinde henüz 10 yaşında bir çocuktu. Efendimiz’in âzâd ettiği kölesi Zeyd bin Hârise -radıyallâhu anh- îmân ettiğinde 15 yaşındaydı. Peygamberimiz’i Tâiflilerin taşlarına karşı vücûdunu siper ederek korumaya çalıştığı esnâda genç ve yiğit bir delikanlıydı.

Câfer bin Ebî Tâlib (ra) Mûte’de şehîd edildiğinde otuz üç yaşındaydı.Demek ki Habeşistan’a hicret edip Necâşî’nin huzûrunda müslümanları temsîlen ilim, hikmet ve cesaretle konuştuğunda 17 yaşlarında bir delikanlı idi.

Hazret-i Ömer’in oğlu Abdullah (ra) İslâm ile şereflendiği zaman 10 yaşlarındaydı. 13 yaşlarında iken Uhud Savaşı’na katılmak istemiş, ancak çok genç olduğu için Allah Rasûlü (ASM) izin vermemişti. Abdullah bin Mes’ûd ve Zübeyr bin Avvâm (Ra) 16 yaşlarında müslüman olmuşlardır. Abdurrahman bin Avf ve Sa’d bin Ebî Vakkas (ra) ise 17 yaşlarında îmanla müşerref olmuşlardır.

Mekke’nin en zengin ve en yakışıklı gençlerinden Mus’ab bin Umeyr müslüman olup âilesi tarafından hapsedildiğinde 18 yaşlarındaydı. Hz. Peygamber’e (sas) evini tahsis eden ve 17 yaşında İslâm’ı kabul etmiş olan Erkam b. Ebu’l-Erkam da bu ilk uyanan, İslam’ın rehber genç öncülerinden biriydi.

Sevgini paylaş

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir