İbadet Nedir?

  İbadet, kelime olarak kulluk demektir. Dinî anlamda ibâdet, Allah’ın rızasını yani hoşnutluğunu kazanmak için O’nun emirlerini yerine getirip, yasaklarını terk etmek, dinin bildirdiği şekilde Allah’a kullukta bulunmak demektir. İbadet, Allah’ın razı olduklarını yapmak,

razı olmadıklarını yapmamaktır.

      Başka bir deyişle ibadet, imanın yaşanma şeklidir; kalbin itikadı dışında, bedenin kalan azalarıyla ortaya konan imandır. Ayrıca ibadet, insanın çevresiyle, insanlarla ve tüm hayatla olan ilişkilerini Allah’ın rızasına göre tanzim etmesi, demek olan kulluğun göründüğü birtakım faaliyetlerdir.

     Allah, birtakım dinî hikmet ve maksatlar için insanlara ibadeti emretmiştir. Bu nedenle ibâdet, Allah’ın emri ve dinî bir görevdir, Allah’a ait bir haktır. İbadeti Allah emretmiş ve Peygamber Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) aracılığıyla yapılışını insanlara öğretmiştir. Dolayısıyla ibâdet ne artar ne de eksilir. Zamanın değişmesiyle değişmez. Allah nasıl emretmiş peygamber nasıl göstermiş ise öyle yapılır.

      Yapılış şekillerine göre ibadetler üçe ayrılır:

l. Bedenle yapılan ibâdetler: Namaz ve oruç gibi. Bu ibadetleri insanın bizzat kendisi bedeni ile yapması gerekir.Başkalarını vekil tutarak bu ibadetler yerine getirilmez.

2. Malla yapılan ibâdetler: Zekât, sadaka ve fitre gibi malların bir kısmını Allah rızası için muhtaçlara verme şeklinde yapılan ibadetlerdir.

3. Hem mal hem bedenle yapılan ibadetler: Hac ve Umre gibi, hem maddi imkânı hem de yolculuk için sağlıklı olmayı gerektiren ibâdetlerdir.

Kulluk, Büyük Bir Şereftir

     Kulluk insana Cenâb-ı Hak tarafından verilen büyük bir şereftir. Bütün peygamberler her şeyden önce kulluklarıyla şeref duyduklarını ifade etmişlerdir. Bununla alâkalı Kur’ân’da pek çok âyet yer alır.

   Mesela Hz. İsa (aleyhisselâm), dile geldiğinde ilk sözü, “Şüphesiz ki ben, Allah’ın kuluyum.” (Meryem, 19/30) olmuştur. Başka bir âyet-i kerimede Allah, Hz. Musa’ya, “Muhakkak ki Benim gerçek İlah. Ben den başka yoktur ilah. O halde sen de yalnız Bana ibadet et! Beni anmak için namaz eda et!” (Tâhâ, 20/14) buyurarak kendi varlık ve birliğini ifade ettikten sonra ondan kendisine kullukta bulunmasını istemiştir. Çünkü imandan sonra en önemli hakikat elbette kulluktur,ibadettir.

     Peygamber Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) hayatının her karesini eşsiz kulluğuyla örgülemiş, “Allah beni, kul Peygamber olmakla sultan Peygamber olmak arasında muhayyer bıraktı. Ben ise kul Peygamber olmayı tercih ettim.” buyurarak bu hakikati herkese ilan etmiştir. Nitekim biz de kelime-i şehadet getirirken önce onun kulluğunu, daha sonra resûl olduğunu haykırıyoruz.

     Hz. Muğîre b. Şu’be (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resûlullâh(sallallâhu aleyhi ve sellem) ayakları şişinceye kadar geceleri kalkıp namaz kılardı. Kendisine: “Allah senin geçmiş ve gelecek günahlarını affetti (niye kendini bu kadar hırpalıyorsun?)” denilince O da: “Allah’a çok şükreden bir kul olmayayım mı?”cevabını vermiştir.”

     Ayrıca ibadet insana emredilmiştir. Allah Teâlâ bunca güzellik ve mükemmellikte yarattığı, varlıklar içinde en büyük şerefle kıymet verdiği ve bu dünyadaki her şeyi emrine âmâde kıldığı insandan istediği tek şey, Kendi Zâtını tanıyıp ibadette bulunmasıdır. Âlemlerin Rabbi olarak bunu insana kesin bir şekilde emretmiştir.

     Gelen bütün Peygamberler de bunu tebliğ ve talim için gönderilmiştir: “Senden önce hiçbir resûl göndermedik ki ona: ‘Benden başka İlâh yoktur; şu hâlde bana kulluk edin.’diye vahyetmiş olmayalım.” (Enbiyâ, 21/25) O hâlde ilk insandan itibaren ona, ibadetinin hatırlatıldığı bir zaman ve mekan olmamıştır.

İbadet Sadece Allah Emrettiği İçin Yapılır

     İbadetin özü, ihlâstır. Yani ibadet ancak ve ancak Allah emrettiği için yapılır. Herhangi bir fayda veya hikmet gözetilerek yapılan ibadet makbul değildir. Mesela namaz, bir kulluk ödevi olarak görülmeyip sadece bir jimnastik hareketi olarak kılınırsa böyle bir namaz beden eğitiminden öte bir şey ifade etmez.

      İslâm dininde niyetin büyük bir yeri vardır. İnsan bir iş yapacak ve bu işte kulun Rabb’ine karşı dinî bir vazifeyi yerine getirmesi mahiyetinde bulunacaksa, mutlaka o işin Allah rızası için yapılmış olması gerekir. Sadece başkaları görsün diye kılınan namazın Allah katında hiçbir değeri yoktur.

     Sırf perhiz için tutulan oruç da sahibine herhangi bir sevap kazandırmaz.

    İnsanlara cömertliğini göstermek için maddî yardımda bulunan birisinin elde edeceği hiçbir manevî kazanç yoktur.

  Dua ederken “sanki kendinden geçiyor” desinler diye se-sini değiştirenler, nasipsiz insanlardır.

    Kur’ân okurken seslerini satanların, ne kadar güzel okuduğunu insanlara duyurmak için bu işi yapanların Kur’ân’ın şefaatine erme ihtimalleri olamaz.

   İçinden gelmediği hâlde insanlar “ne kadar da yufka yürekli, gözü yaşlı” desinler diye ağlıyor gibi yapanların Cenâb-ı Hakk katında hiçbir itibarları yoktur. Konuşurken sesini kal-

binin sesi soluğu hâline getiremeyenlerin Yüce Yaratıcı nezdinde herhangi bir faziletleri yoktur.

      Her mümin, Cenâb-ı Hakk ile kendi arasında kuvvetli bir bağ meydana getirebilmek, O’na yakın olabilmek, her ânını O’nun yolunda geçirebilmek için hayatını ibadet yörüngeli yaşamaya çalışmalıdır. İbadetini de elbette ihlâslı bir şekilde yapmalıdır. Buna muvaffak olan insanların ömürlerinin dakikaları da nuranîleşir ve seneler hükmüne geçer.

       Bediüzzaman Hazretleri, konuyla alâkalı görüşlerini ifade ederken şunları söyler: “Ey insanlar! Fani, kısa, faydasız ömrünüzü bâki, uzun, faydalı, meyvedar yapmak ister misiniz? Madem istemek insaniyetin iktizasıdır; öyleyse Bâkî-i Hakikî’nin yoluna sarf ediniz. Çünkü Bâkî’ye müteveccih olan şey, bekanın cilvesine mazhar olur. Madem her insan gayet şiddetli bir surette uzun bir ömür ister, bekaya âşıktır. Ve madem bu fâni ömrü bâkî ömre tebdil eden bir çare var ve manen çok uzun bir ömür hükmüne geçirmek mümkündür. Elbette, insaniyeti sukut etmemiş bir insan, o çareyi arayacak ve o imkanı bilfiile çevirmeye çalışacak ve tevfik-i hareket edecek. İşte o çare budur: Allah için işleyiniz, Allah için görüşünüz, Allah için çalışınız. Lillâh,livechillâh, lieclillâh rızası dairesinde hareket ediniz. O vakit sizin ömrünüzün dakikaları, seneler hükmüne geçer.”

    Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem), bir hadis-i şeriflerinde: “Kıyamet günü ilk çağrılacaklar, Kur’ân’ı ezberleyen,Allah yolunda öldürülen ve bir de çok malı olanlardır. Allah

(celle celâluhû), Kur’ân okuyana:

        “Ben, Resûlü’me inzal buyurduğum şeyi sana öğretmedim mi?” diye soracak.

         Adam:

        “Evet, Ya Rabbi!” diyecek.

        “Bildiklerinle ne amelde bulundun?” diye Allah tekrar soracak.

         Adam:

         “Ben onu gündüz ve gece boyunca okurdum.” diyecek.

         Allah Teala:

         “Yalan söylüyorsun!” diyecek.

         Melekler de ona

        “Yalan söylüyorsun diye çıkışacaklar.

        Allah, ona:

        “Bilakis sen, “falanca Kur’ân okuyor” densin diye okudun ve bu da söylendi” diyecek.

        Sonra, mal sahibi getirilecek. Allah:

    “Ben sana bolca mal vermedim mi? Hatta o kadar bol verdim ki, kimseye muhtaç olmadın?” diyecek.

       Zengin adam:

       “Evet, Ya Rabbi” diyecek.

      “Sana verdiğimle ne amelde bulundun?” deyince de:

       “Sıla-i rahimde bulunur ve tasadduk ederdim.” diyecek.

       Allah Teala:

       “Bilakis sen, “falanca cömerttir” desinler diye bunu yaptın ve bu da denildi” diyecek.

      Sonra Allah yolunda öldürülen getirilir. Allah:

       “Niçin öldürüldün?” diye sorduğunda, adam:

      “Senin yolunda cihadla emrolundum. Ben de öldürülünceye kadar savaştım.” diyecek.

       Allah:

       “Yalan söylüyorsun!” diyecek. Bunun üzerine melekler de:

       “Yalan söylüyorsun!” diye çıkışacaklar.

       Allah tekrar:

      “Bilakis sen, “Falanca cesurdur.” desinler diye dövüştün ve bu da söylendi” buyuracak.

(Sonra da Efendimiz, Ebû Hüreyre’nin dizine vurarak)

     “Ey Ebû Hüreyre! Bu üç kimse, kıyamet günü cehennemin aleyhlerinde kabaracağı Allah’ın ilk üç mahlukudur!”buyurmuştur.

       Buradan da anlaşılmaktadır ki, kulun ibadet adına yaptığı şeylerde, yer yer niyetini yoklaması ve sabit tutması gerekmektedir. Zira bütün ibadetler, ihlasla yapıldığı oranda bir

ağırlık ve derinlik kazanır.

Sevgini paylaş

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir