Murat, on bir yaşında, orta birinci sınıf öğrencisiydi. Hayatı kendi içinde yaşamayı seven, içine kapanık, duygusal bir çocuktu. O gün küçük ama çekingen adımlarla sınıfına doğru yürüyordu. Sınıfın yolu, gözünde gittikçe uzuyor, neredeyse ulaşılmaz bir hâl alıyordu. Alnından akan soğuk terler aklındaki düşünceleri kamçılıyordu: Murat sınıfa girmek istemiyordu. Arkadaşlarını görmek istemesine rağmen bugün keşke okul olmasa diyordu. Sınıftaki diğer öğrenciler ise Murat’ın sınıfa girmesini dört gözle bekliyordu. Bütün sınıf hazırlanmıştı. Murat sınıfa girince hep birlikte kahkahalarla gülecek, Murat’ın kendisinden şüphe etmesini, şaşırmasını sağlayacaklardı. Derken küçük adımlarıyla Murat, sınıfın kapısında göründü. Murat’ın görünmesiyle sınıfın kahkahalara boğulması bir oldu. Murat ilkin ne olduğunu pek anlayamadı. Neden sonra gözlerine hücum eden yaşlara engel olamadı ve hıçkıra hıçkıra ağlayarak sınıfı ve bütün arkadaşlarını terk edip gitti. Bir daha ne annesi ne de bir başkası onu okula göndermeyi başarabildi. 

      Murat, o gün okula gitmek istemiyordu, çünkü okul pantolonu bir gün öncesinden yırtılmış ve o bunu annesine söylemeyi unutmuştu. Annesinin, Murat sabah okula giderken yırtığın farkına varması bir şeyi değiştirmemişti. Annesi Murat’a geçen seneki pantolonunu giymesini önermiş, Murat da o pantolonu çok küçük bulmuştu. Fakat o gün sınavı olduğundan başka bir çaresi de yoktu. Utana utana okula gitmiş ve sınıfa girerken arkadaşlarının hep birlikte ona gülmesine fena hâlde alınmıştı. 

    İrem ve Meltem, iki iyi arkadaştı. İrem o akşam on beşinci yaş gününü kutlayacaktı. Arkadaşı Meltem, İrem’e hayatı boyunca unutamayacağı bir doğum günü şakası yapmayı planlıyordu. Akşamüstü okul çıkışında İrem hiç beklemediği bir mesaj aldı. Cep telefonuna gelen mesajda babası, İrem’e bir sürprizi olduğunu ve akşam saat beşte Taksim Meydanı’nda onu bekleyeceğini yazıyordu. İrem, babasının harika bir insan olduğunu ve doğum günü için böyle bir sürpriz yapmış olabileceğini düşündü. Saatine baktı, saat dörttü. Hemen çıksa ancak yetişebilirdi. Hemen Maltepe’den bir otobüse binerek Kadıköy’e, oradan da Taksim’e geçti. Oraya planladığından evvel varmıştı. Henüz babasının verdiği saate on dakika vardı. Fakat ne o on dakika ne de sonraki dakikalarda babası gelmişti. İrem, hava kararmaya başlamış olmasına rağmen hâlâ Taksim Meydanı’nın ortasında babasını bekliyordu. İçini kaplayan korku gittikçe büyüyor, fakat telefonunun şarjı bittiği için kimseyi arayamıyordu. 

     Meltem şaka olarak İrem’in telefonunu, o lavaboya gidince gizlice almış, İrem’in babasının numarasını silip, kendi adının kayıtlı bulunduğu yeri değiştirerek ‘Babam’ şeklinde kaydetmişti. Dolayısıyla İrem’e gelen mesaj babasından değil Meltem’dendi. Kızlarının geç saate kadar eve gelmemesi İrem’in ailesini çılgına çevirmiş ve durumu İrem’in en yakın arkadaşı Meltem’i arayarak öğrenmişlerdi. O gün Meltem en iyi arkadaşını kaybetti. Çünkü İrem o günden sonra Meltem’le hiç konuşmadı. 

   Hayatı renklendirmek elbette güzeldir. Ve şaka hayatımızı zevkli hâle getirmenin yollarından sadece biridir. Fakat her şeyde olduğu gibi bu konuda da ölçüyü çok iyi ayarlamak gerekir. Yoksa başkalarının özgürlüklerini kısıtlayan şakalar hayatı renklendirmek yerine çekilmez hâle getirebilir.

Sevgini paylaş

2 Comments

  1. Metin karışmış. 1. ve 3. paragraf aynı hikayeye ait, 2. ve 4. paragraf ise başka bir hikayeye.

    • merhaba
      dikkatiniz ve uyariniz icin tesekkur ederiz.en kisa surede duzeltilecek. iyi gunler

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir