YÛSUF SURESI 5. BÖLÜM

YÜZLEŞME ZAMANI

وَجَٓاءَ اِخْوَةُ يُوسُفَ فَدَخَلُوا عَلَيْهِ فَعَرَفَهُمْ وَهُمْ لَهُ مُنْكِرُونَ ﴿٥٨

58. Gün geldi, (ülkelerindeki kıtlıktan bunalan) Yusuf’un kardeşleri Mısır’a varıp, O’nun huzuruna çıktılar. Yusuf, onları tanıdı ise de onlar Yusuf’u tanıyamadılar.

Uzun süren kuraklık ve kıtlık Ken‘ân bölgesini de etkiledi. Dolayısıyla Hz. Yûsuf’un kardeşleri de erzak satın almak üzere Mısır’a, Hz. Yûsuf’un yanına geldiler. 15. âyette bildirilen ilâhî vaad gerçekleşmeye başlamıştı. Kuraklığın etkisine gelince, bunun çapını “Hz. Yusuf’un kardeşleri” sahnesinde açıkça görebiliyoruz. Hz. Yusuf’un kardeşleri Mısır’ın hayli uzağındaki bir çöl bölgesinden, Kenan ilinden kalkıp geliyorlar. Bu olay bize gösteriyor ki o günkü Mısır, bu afet karşısında Hz. Yusuf’un ileri görüşlülüğü sayesinde gereken önlemleri almış, bu yüzden komşularının bakışları bu merkeze çevrilmiş, tüm yörenin besin ürünleri deposu olma konumunu kazanmıştır.

وَلَمَّا جَهَّزَهُمْ بِجَهَازِهِمْ قَالَ ائْتُونٖي بِاَخٍ لَكُمْ مِنْ اَبٖيكُمْۚ اَلَا تَرَوْنَ اَنّٖٓي اُو۫فِي الْكَيْلَ وَاَنَا۬ خَيْرُ الْمُنْزِلٖينَ ﴿٥٩

59. Yusuf, yüklerini hazırlatıp hayvanlarına yükletti; kendilerine de “Bir dahaki sefere arkada bıraktığınız baba bir kardeşinizi de getirin. Görmez misiniz ki ben tam ölçüyor, verirken bol veriyor ve konuklarımı mümkün olan en iyi şekilde ağırlıyorum!” dedi.

فَاِنْ لَمْ تَأْتُونٖي بِهٖ فَلَا كَيْلَ لَكُمْ عِنْدٖي وَلَا تَقْرَبُونِ ﴿٦٠

60. “Ama O’nu getirmezseniz bilin ki benden size bir kilelik bile zahire yoktur; o zaman (ülkeme ayak basıp da) hiç yanıma yaklaşmayın!” diye de ilâve etti.

Bu ayetlerin akışından anlıyoruz ki, Hz. Yusuf, kardeşlerini son derece iyi ağırlamış, onlara büyük bir konukseverlik göstermiştir. Kardeşleri O’nun göstermiş olduğu konukseverlikten ve âlicenaplıktan cesaret alarak, kendilerinin dışında bir de baba-bir kardeşlerinin bulunduğunu O’na anlatmış; yaşlı babaları ve küçük kardeşleri için de tahıl istemişler. Hz. Yûsuf, kardeşlerinin istediği tahılı verip, yüklerini hazırlatmış ve tekrar geldiklerinde küçük kardeşlerini de getirmelerini istemiştir. Aksi halde yanlış beyanda bulunmuş olacakları için kendilerine tahıl vermeyeceğini ve ülkesine gelmemelerini bildirmiştir.

قَالُوا سَنُرَاوِدُ عَنْهُ اَبَاهُ وَاِنَّا لَفَاعِلُونَ ﴿٦١

61. “Babasından O’na izin almanın bir yolunu bulup, bu işi başarmaya çalışacağız.” karşılığını verdiler.

Babalarının -özellikle Hz. Yusuf’u kaybettikten sonra- küçük kardeşleri üzerine ne kadar titrediğini bildikleri için, onu getirmenin kolay bir iş olmayacağını, bu yolun üzerinde babalarının karşı çıkışından kaynaklanacak birçok engellerin olduğunu Hz. Yusuf’a açık açık anlattılar. Fakat babalarını buna ikna etmeye çalışacaklarına, bütün bu engellere rağmen tekrar geldiklerinde onu yanlarında getireceklerine, bunun için ellerinden ne gelirse yapacaklarına söz verdiler.

وَقَالَ لِفِتْيَانِهِ اجْعَلُوا بِضَاعَتَهُمْ فٖي رِحَالِهِمْ لَعَلَّهُمْ يَعْرِفُونَـهَٓا اِذَا انْقَلَـبُٓوا اِلٰٓى اَهْلِهِمْ

لَعَلَّهُمْ يَرْجِعُونَ ﴿٦٢

62. Yusuf, zahire ölçen memurlarına dedi ki: “Onların, zahire karşılığında verdikleri malları da yüklerinin içine koyun. Ailelerine dönüp de yüklerini açtıklarında umarım bunu fark ederler de daha rahat ve güven içinde bize tekrar gelirler.”

Hz. Yusuf kardeşlerinin tekrar gelmelerine imkân sağlamak hatta teşvik etmek için yanlarında getirmiş oldukları sermayelerini iade etmelerini memurlara emretmişti. Bu hareketi ile kardeşlerinin nezdindeki değeri çok artmıştır.

فَلَمَّا رَجَعُٓوا اِلٰٓى اَبٖيهِمْ قَالُوا يَٓا اَبَانَا مُنِـعَ مِنَّا الْكَيْلُ فَاَرْسِلْ مَعَنَٓا اَخَانَا نَكْتَلْ وَاِنَّا لَهُ لَحَافِظُونَ ﴿٦٣

63. Yusuf’un kardeşleri, babaları (Yakub’un) yanına döndüklerinde, “Muhterem babamız,” dediler, “bir daha bize zahire verilmeyecek. Bu bakımdan ne olur, bizimle beraber kardeşimizi de gönder ki O’nu vesile ederek ihtiyacımız olan zahireyi alabilelim. O’nu gözümüz gibi koruyacağımıza kesin söz veriyoruz.”

Anlaşılan Hz. Yakub’un oğulları, babalarının yanına varır varmaz, daha yüklerini çözmeden erzak almalarının yasaklandığını, küçük kardeşlerini beraberlerinde götürmedikçe Mısırlı bakanın, (yani aslında Hz. Yusuf’un) kendilerine zahire vermeyeceğini söylediler. Arkasından babalarından kardeşlerini yanlarına vermesini ve böylece zahire almalarının yolunun açılabilmesini istediler. Bu arada kardeşlerini iyi koruyacaklarına söz verdiler. Oğullarının bu vaadi, Hz. Yakub’un yarasını tazelemiş olmalıdır. Çünkü onlar Hz. Yusuf’u kır gezintisine götürürken de aynı sözü vermişlerdi. Zaten tazelenen bu eski yarasının acısını açıkça dile getirdiğini, oğullarının bu sözünün içinde uyandırdığı fırtınalı çağrışımları kelimelere dökmekten kaçınmadığını bir sonraki ayette görüyoruz.

٦٤) قَالَ هَلْ آمَنُكُمْ عَلَيْهِ إِلاَّ كَمَا أَمِنتُكُمْ عَلَى أَخِيهِ مِن قَبْلُ فَاللّهُ خَيْرٌ حَافِظًا وَهُوَ أَرْحَمُ الرَّاحِمِينَ

64. Yakup, dedi ki: “Daha önce, O’nun kardeşini size inanıp emanet ettiğim gibi, şimdi de O’nu size emanet edeyim, öyle mi? Ama Allah’tır gerçek hayırlı koruyucu ve O, bütün merhamet edenlerin üstünde mutlak merhamet sahibidir.”

Hz. Yakub dedi ki: “Daha önce kardeşi Yûsuf hakkında size ne kadar güvendiysem, bunun hakkında da size ancak o kadar güvenirim! En iyi koruyucu Allah’tır. O, acıyanların en merhametlisidir.” “Sizin vereceğiniz sözler sizin olsun, koruyuculuğunuz da sizin olsun. Ben oğlumun korunmasını ve ona merhamet edilmesini istediğimde başvuracağım güvenilir kapıyı biliyorum.”

وَلَمَّا فَتَحُوا مَتَاعَهُمْ وَجَدُوا بِضَاعَتَهُمْ رُدَّتْ اِلَيْهِمْؕ قَالُوا يَٓا اَبَانَا مَا نَبْغٖيؕ هٰذِهٖ بِضَاعَتُنَا رُدَّتْ اِلَيْنَاۚ وَنَمٖيرُ اَهْلَنَا وَنَحْفَظُ اَخَانَا وَنَزْدَادُ كَيْلَ بَعٖيرٍؕ ذٰلِكَ كَيْلٌ يَسٖيرٌ ﴿٦٥

65. Yüklerini açınca zahire bedellerinin yükleri içine geri konulduğunu gördüler. “Baba, baba!” dediler, “daha ne istiyoruz ki? İşte, götürdüğümüz zahire bedelleri bize geri verilmiş. Şimdi tekrar gidip evimize yeni zahire alabiliriz. Kardeşimizi de koruruz! Hem, bir deve yükü daha fazla almış oluruz. (Çünkü hükümdar, verdiğini kişi başına veriyor.) Pek kolay bir alım olacak bu!”

64. ayeti açıklarken “babalarının yanına varır varmaz” şeklinde izah etmiştik. Bu anlamı bu ayetten anlayabiliyoruz, bu ayet, babalarına konuyu, daha develer üzerindeki yüklerini indirmeden anlattıkları, daha sonra yükleri indirdikleri açık bir şekilde ifade ediliyor. Biraz dinlenip yol yorgunluklarını geçirdikten sonra getirdiklerini sandıkları zahireyi çıkarmak için yüklerini çözdüler. Bir de baktılar ki, zahire bedeli olsun diye giderken yanlarında götürdükleri mallar da çuvallarında duruyor. Hz. Yûsuf’un kardeşleri ödedikleri bedelin kendilerine geri verildiğini görünce erzak için tekrar Mısır’a gitme arzuları daha da arttı. Kardeşleri Bünyâmin’i kendileriyle göndermesi için babalarına karşı biraz daha ısrarda bulundular ve onu koruyacaklarına dair söz verdiler.

قَالَ لَنْ اُرْسِلَهُ مَعَكُمْ حَتّٰى تُؤْتُونِ مَوْثِقاً مِنَ اللّٰهِ لَتَأْتُنَّنٖي بِهٖٓ اِلَّٓا اَنْ يُحَاطَ بِكُمْۚ فَلَمَّٓا اٰتَوْهُ مَوْثِقَهُمْ قَالَ اللّٰهُ عَلٰى مَا نَقُولُ وَكٖيلٌ ﴿٦٦

66. “Hayır,” dedi Yakup, “eli-kolu bağlı ve çaresiz kalmadıkça O’nu bana geri getireceğinize dair Allah huzurunda sağlam bir söz vermeden O’nu sizinle asla gönderemem.” Onlar istediği sözü verince de şöyle dedi: “Allah, konuştuklarımıza şahit ve gözeticidir; verilen sözlerin yerine gelip gelmemesi nihayette yine O’nun iznine ve kudretine bağlıdır.”

Allah adına bağlayıcı bir yemin edeceksiniz ki küçük kardeşinizi mutlaka bana geri getireceksiniz. Bu yemininizin geçersiz sayılabilmesi için hep birlikte bir çıkmazın ağına düşmeniz, oradan çıkmanın hiçbir yolunu bulamamanız, kardeşinizi savunmanızın hiçbir yarar sağlamayacağı bir belaya uğramanız gerekir. Peygamber olan Hz. Yakup, oğullarından Allah adına söz istiyor ve oğulları da bu sözü veriyorlar. Bu bize göstermektedir ki oğulları Allah’a iman etmiş, onun peygamberliğini tasdik etmişler. Ancak bu imanları ne sûrenin başında anlatıldığı gibi küçük kardeşlerine kötülük yapmalarına ne de biraz sonra geleceği üzere yıllar önce ortadan kaldırmış olduklarını düşündükleri Hz. Yusuf’a hırsızlık iftirasında bulunmalarına engel olmamıştı. Onlar 91. ve 97. ayette görüleceği üzere bütün gerçekler ortaya çıktıktan sonra ancak hatalarını anlayıp kabul etmişler ve peygamber babalarından kendileri için Allah’tan af dilemesini rica etmişlerdir. Hz. Yakub istediği güvenceyi aldıktan sonra Bünyamin’in de onlarla gitmesine izin vermiş ve oğullarına bu yolculuk hakkında aklına gelen bazı öğütler verdiğini gelecek ayetlerde görüyoruz.

وَقَالَ يَا بَنِيَّ لَا تَدْخُلُوا مِنْ بَابٍ وَاحِدٍ وَادْخُلُوا مِنْ اَبْوَابٍ مُتَفَرِّقَةٍؕ وَمَٓا اُغْنٖي عَنْكُمْ مِنَ اللّٰهِ مِنْ شَيْءٍؕ اِنِ الْحُكْمُ اِلَّا لِلّٰهِؕ عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُۚ وَعَلَيْهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُتَوَكِّلُونَ ﴿٦٧

67. (Oğulları yola çıkarken de) şu tavsiyede bulundu: “Oğullarım! Varacağınız şehre tek bir kapıdan girmeyin; bunun yerine farklı farklı kapılardan girin. Gerçi ben, hakkınızda Allah’ın herhangi bir takdirini asla geri çevirebilecek değilim. Mutlak manâda bütün hüküm ve hakimiyet ancak Allah’ındır. Ancak O’na dayanır, O’na güvenirim. Kendisine dayanıp güvenecek bir güç ve makam arayan herkes (bütün insanlar), ancak O’na dayanıp güvenmelidirler.”

Hz. Yakub’un çocukları hesabına çekindiği bir “şey” vardı ve eğer ayrı kapılardan şehre girerlerse, bu tehlikeden sakınmış, ona karşı önlem almış olacaklarını düşünüyordu. Böyle düşünürken yüce Allah’ın takdirini evlâtlarının başından hiçbir önlemin savamayacağının da bilincindeydi. Hüküm yetkisi tümü ile yüce Allah’ın tekelinde idi. Güvenilecek tek dayanak O’ydu. O sadece içinde doğan bir duyguyu, dile getiriyor, kalbinde beliren bir önlem alma gereğini yerine getiriyordu. Yüce Allah’ın iradesinin eninde sonunda gerçekleşeceğinden kuşkusu yoktu. Bunu ona öğreten yüce Allah’tı ve o da bunu iyi öğrenmişti. Hz. Yakub’un evlâtlarının karşılaşabileceklerden korktuğu tehlike göz değmesi olabilir, delikanlılık çağlarını yaşayan oğullarının kalabalık bir halde şehre girmelerini bazı kişilerin kıskançlık duygularını depreştirmesi olabilir, yol kesicilerin oğullarının peşine düşmeleri olabilir, ya da başka herhangi bir şey olabilir. Bu tehlike ne olursa olsun ayetin anlaşılmasına herhangi bir katkıda bulunmayacağından dolayı zorlama yorumlarla açıklanmasını doğru bulmuyoruz.

وَلَمَّا دَخَلُوا مِنْ حَيْثُ اَمَرَهُمْ اَبُوهُمْؕ مَا كَانَ يُغْنٖي عَنْهُمْ مِنَ اللّٰهِ مِنْ شَيْءٍ اِلَّا حَاجَةً فٖي نَفْسِ يَعْقُوبَ قَضٰيهَاؕ وَاِنَّهُ لَذُو عِلْمٍ لِمَا عَلَّمْنَاهُ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَࣖ ﴿٦٨

68. Babalarının kendilerine emrettiği şekilde şehre girdiler. Eğer Allah haklarında bir takdirde bulunacak olsa idi, bu tedbirin Yakub’un içinde hissettiği bir ihtiyacı gidermiş olmanın dışında onlara hiçbir faydası olmayacaktı. Ama Yakup, kendisine öğrettiğimiz hususî bir ilme sahipti. Ne var ki, insanların çoğu bu gerçeği bilmedikleri gibi, (Allah’tan gelen) ilme dayalı olarak da hareket etmezler.

Kaderin bizim için neler sakladığını biz bilemeyiz. Bize düşen, mevcut zahirî şartlara göre davranmak ve gerekli tedbirleri almaktır. Eğer davranışlarımızda İlâhî buyruklar istikametinde hareket edersek kadere uygun olarak hareket etmiş olur ve neticede onu tenkitle başımızı onun örsüne vurmamış oluruz. Hz. Yakup (a.s.), bir tedbir olarak oğullarına farklı farklı kapılardan girmelerini tavsiyesi, peygamber ve baba tavsiyesi emir niteliğinde olduğundan, ayette “emretti” şeklinde ifade edilmiştir. Cenab-ı Allah (c.c.), mutlak hakimiyetini, O ne dilerse onun olacağını ve bu dileme karşısında beşerî tedbirin bir işe yaramayacağını itikadî bir esas olarak hatırlatmakla birlikte Hz. Yakub’un davranışını da tasvip edip, onu bir ilme dayalı davranış olarak takdim buyurmaktadır. Ayet bizlere günlük hayatımızda hareket ederken sebepler dairesinin kurallarını ihmal etmememiz gerektiğini ama sebepler dairesinin üzerindeki Allah iradesini de unutmamız gerektiğini öğütlemektedir.

وَلَمَّا دَخَلُوا عَلٰى يُوسُفَ اٰوٰٓى اِلَيْهِ اَخَاهُ قَالَ اِنّٖٓي اَنَا۬ اَخُوكَ فَلَا تَبْتَئِسْ بِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَ ﴿٦٩

69. Nihayet Yusuf’un huzuruna vardılar. Yusuf, öz kardeşini çok sıcak karşıladı ve O’na hususî muamelede bulunup, “Bilesin ki ben, senin kardeşinim; onların baştan beri yapageldikleri şeyleri dert etme!” dedi.

Hz. Yusuf tekrar gelen kardeşlerini büyük bir misafirperverlik ile karşılıyor, yıllardır hasretini çektiği küçük kardeşine sarılıp onunla hasret giderebilmenin fırsatını kolluyordu. Hz. Yusuf, ilk fırsatta ve uygun bir ortamda kimse yokken kardeşine abisi olduğunu haber verdi. Hz. Yusuf bir taraftan yıllardır görmediği kardeşi ile hasret giderirken bir taraftan da “baştan beri yapageldikleri şeyleri dert etme” diyerek kötü anıların tesirini onun kalbinden silmeye çalışmaktadır. Bu acı anıların küçük çocuğun kalbinde olumsuz duygu birikimine yol açmış olması ve kalbinde abilerine yönelik düşmanca tepkiler doğurmuş olması muhtemeldir.

فَلَمَّا جَهَّزَهُمْ بِجَهَازِهِمْ جَعَلَ السِّقَايَةَ فٖي رَحْلِ اَخٖيهِ ثُمَّ اَذَّنَ مُؤَذِّنٌ اَيَّتُهَا الْعٖيرُ اِنَّكُمْ لَسَارِقُونَ ﴿٧٠

70. Yusuf, kardeşlerinin yüklerini hazırlatıp hayvanlarına yükletti. Bu arada, (çok kıymetli) su kabını da öz kardeşinin yükünün içine koydu. Onlar bir müddet yol gitmişlerdi ki, bir görevli arkalarından, “Ey kafile! Durun! Siz, hırsızsınız!” diye bağırdı.

قَالُوا وَاَقْبَلُوا عَلَيْهِمْ مَاذَا تَفْقِدُونَ ﴿٧١

71. Hemen geriye, gelenlere doğru dönüp şaşkınlık içinde, “Ne var? Neyiniz eksik?” diye sordular.

قَالُوا نَفْقِدُ صُوَاعَ الْمَلِكِ وَلِمَنْ جَٓاءَ بِهٖ حِمْلُ بَعٖيرٍ وَاَنَا۬ بِهٖ زَعٖيمٌ ﴿٧٢

72. “Hükümdarın meşrubat kabı kayıp; bulup getirene de bir deve yükü mükâfat var!” cevabını verdiler. Gelen ekibin başkanı, “Ben de onu bulup getirmeye kefil oldum!” dedi.

قَالُوا تَاللّٰهِ لَقَدْ عَلِمْتُمْ مَا جِئْنَا لِنُفْسِدَ فِي الْاَرْضِ وَمَا كُنَّا سَارِقٖينَ ﴿٧٣

73. “Allah’a yemin olsun,” dediler, “siz de biliyorsunuz ki, biz bu yerde bozgunculuk çıkarmak için gelmedik; biz hırsız da değiliz.”

قَالُوا فَمَا جَزَٓاؤُ۬هُٓ اِنْ كُنْتُمْ كَاذِبٖينَ ﴿٧٤

74. Gelenler, “Pekalâ” diye karşılık verdiler, “eğer yalan söylüyorsanız, hırsızlık yapanın sizdeki cezası nedir?”

قَالُوا جَزَٓاؤُ۬هُ مَنْ وُجِدَ فٖي رَحْلِهٖ فَهُوَ جَزَٓاؤُ۬هُؕ كَذٰلِكَ نَجْزِي الظَّالِمٖينَ ﴿٧٥

75. “Cezası şudur: O kap kimin yükünde bulunursa o şahıs, malı çalınanın kölesi olur. Hırsızlık zulmünü işleyenleri biz böyle cezalandırırız.”

70-75 ayetleri birlikte şöyle açıklayabiliriz: Hz. Yakûb’un oğulları ikinci Mısır seferinde de çok iyi bir şekilde misafir edilmişler, istedikleri erzaklar fazlası ile temin edilmiş bir şekilde yola çıkmıştı. Mutlu ve huzurlu bir şekilde ağır ağır yol alırken arkalarından hızla gelen bir gurup asker onlara “durun, siz hırsızsınız” diyerek bağırdıklarını duyduklarında şok olmuşlardır. Neye uğradıklarını anlayamadıkları ve ne ile suçlandıklarını bilmedikleri için, ayrıca oraya herhangi bir kötü niyetle gelmediklerinden dolayı görevlilerin bu tavrı onları daha da şaşırtmıştır. Görevlilere dönüp “Ne arıyorsunuz?” diyebilmişlerdir. Dikkat çekici bir ifade tarzıyla ve kibarca “Ne arıyorsunuz?” diyorlar da “Neyiniz çalınmış?” demiyorlar. Böyle demekle kendilerinin hırsızlıkla uzaktan yakından bir ilişkileri olmadığını hakimane bir üslub ile dile getiriyorlar ve karşılarındakileri de edepli olmaya zorluyorlar. Şunu anlatmak istiyorlar: Durun bakalım, telaşla her önünüze çıkanı hırsızlıkla suçlamayın, bu kadar peşin hükümlü olup, sizler hırsızsınız, diye kaba bir şekilde damgalamayın. Bize hırsızlık yakışmadığı gibi, size de böyle konuşmak yakışmaz. Gerçekten de bu uyarı ve irşad sebebiyle görevliler de sözlerine çekidüzen vermek ihtiyacını duyarak, dediler ki: Melik’in su kabını arıyoruz ve onu getirene bir deve yükü (zahire) bahşiş var.

Arapçada “Vallahi”, “billahi” gibi, “tallahi” diyerek de yemin edilir. Onlar “tallahi” şeklinde yemin ettiler çünkü “ta” ayrıca bir de hayret ve taaccüp anlamı ifade eder. Yani “siz de bildiniz, bizi yakından görüp tanıdınız, kim olduğumuzu öğrendiniz, hakkımızda bilgi edindiniz ki, biz buraya (Mısır) fesatçılık yapmak, ahlâksızlık etmek için gelmedik, biz hırsız da değiliz.” Yani bizim kim olduğumuz sizce ve hükümetinizce bilinip dururken böyle bizi hırsızlıkla itham edip suçlamanız ne kadar acaip bir şey?

Onlardaki bu kararlığı gören görevliler “O halde, dediler, şayet yalancı çıkarsanız cezası ne? Yani, haydi sizin değiniz gibi olsun, peki aradığımız şey sizin yanınızda çıkarsa o zaman bu suçun cezası nedir?” diye sorduklarında onlar “Onun cezası, her kimin yükünde bulunursa, o malın çalınması karşılığında çalanın kendisi tutuklanır ve köle olarak alıkonur. Biz zalimleri böyle cezalandırırız. Yani bir zulüm demek olan çalma suçunu işleyenlere biz böyle ceza veririz.” cevabını verdiler. Bu âyetlerde anlatılan hadise hakkında birtakım yorumlar yapılmışsa da burada doğru olan tevcih, Allahü a’lem şu olsa gerektir: 70’inci âyette Hz. Yusuf’un kardeşinin yüküne koyduğu kap için ‘sikaye’ kelimesi kullanılmakta, 72’nci âyette kayıp meşrubat kabını aramaya çıkanlar ona ‘suva’ demekte, 76’ncı âyette kardeşinin yükünden çıkan kap için kullanılan zamirle yine ‘sikaye’ye atıfta bulunulmaktadır. Ayrıca Kur’ân-ı Kerim, hadiselerdeki planı, “İşte Biz, Yusuf için böyle bir ‘plan’ kurduk.” demekle Allah’a nisbet etmektedir. Bir başka nokta olarak, Hz. Yusuf’un su kabını kardeşinin yüküne koymasıyla, onu aramaya çıkanların kafileye seslenmesi arasına, iki hadisenin birbirinin devamı veya birbirine sebep-sonuç olduğu mânâsına gelecek “fe” edatı yerine, ikisini birbirinden ayıran ve arada daha başka şeylerin de geçtiğine işaret eden, ‘sonra’ mânâsına “sümme” kullanılmaktadır. Bütün bunlardan çıkarılabilecek sonuç şudur: Kral’ın bütün yetkilerini kullanan Hz. Yusuf (a.s.), sarayda Kral’a ait olduğu bilinen fakat kendisine hediye edilmiş olan veya kendisinin kullandığı çok kıymetli su kabını hediye olarak kardeşinin yüküne koymuştur. Bu arada kralın meşrubat kabı da bir şekilde kaybolunca, ilgili saray görevlileri, onu bulup getirene bir deve yükü buğday vadetmişler, bunun üzerine onu aramaya çıkanlar, buğday almak için dışarıdan gelen kervanlardan şüphelenmişlerdir. Hz. Yakub’un oğullarının yükleri aranınca, melik’in meşrubat kabı “suva” değil Hz. Yusuf’un su kabı “sikaye” Hz. Yusuf’un anne-baba bir kardeşinin yükünde çıkmış, bunun üzerine Hz. Yakub’un şeriatına göre Hz. Yusuf’un kardeşi sarayda alıkonmuştur. Bünyamin melikin kölesi olarak değil Hz. Yusuf’un kölesi olarak alıkonulmuştur. Burada Hz. Yusuf’un kardeşi masum olmasına ve Hz. Yusuf da bunu bilmesine rağmen, ümit edilen netice ve Hz. Yusuf’un misyonu açısından, nasıl Hz. Yusuf uzun yıllar iftiralara katlanmak zorunda kalmışsa, kardeşi de bir süre bu suçlamaya katlanmak zorunda kalacaktır. Hadiseler belli bir neticeye göre cereyan etmiştir ve bütün hadiselere hükmeden Allah’tır. Dolayısıyla âyette Cenab-ı Allah (c.c.), İşte Biz, Yusuf için böyle bir ‘plan’ kurduk buyurmaktadır. Bu, bizim açımızdan bir plandır ama Hz. Allah (c.c.) açısından ise hadiseleri yönlendirmedir, hadiselere hükmetmedir, O’nun icraatıdır, kaderdir. Kader, mü’minler hakkında daima hayır yüklüdür. Allah (c.c.), onlar için takdir buyurduğu hayır neticenin alınması yolunda, mü’minleri hatalarından dolayı Kader’in taşlarına maruz bırakabilir. Bu taşlar, onların hatalarının affına sebeptir. İşte, Hz. Yakub’un Hz. Yusuf ve kardeşi dışındaki oğulları, kardeşlerine karşı hatalarını kuraklıkla, Mısır yollarında, kardeşlerinin hırsızlık suçlamasına maruz kalması ve O’nu Mısır sarayında bırakmak mecburiyetinde kalmakla ödemişlerdir. Hemen arkadan gelecek olan âyet, onların Hz. Yusuf ve kardeşi hakkında halâ iyi hisler beslemediklerini ve Hz. Yusuf’a halâ iftira atabilecek durumda olduklarını ortaya koymaktadır. Dolayısıyla, onların Kader’den bir taşa maruz bırakılmaları gerekmektedir. Onlar hakkında hayırlı olan da budur. Sonunda gerçeği bütün açıklığıyla görecek, babaları Hz. Yakub’un Hz. Yusuf’a niye daha fazla ihtimam gösterdiğini anlayacak, Allah’ın tercihine ve hakikate boyun eğecek, bu kendi haklarında da hayırlı olacak ve Allah’ın dini, Hz. Yusuf ve kardeşleri sebebiyle bir süre Mısır’da hâkim hale gelecek, nesilleri Mısır’da önemli mevkiler elde edeceklerdir.

فَبَدَاَ بِاَوْعِيَتِهِمْ قَبْلَ وِعَٓاءِ اَخٖيهِ ثُمَّ اسْتَخْرَجَهَا مِنْ وِعَٓاءِ اَخٖيهِؕ كَذٰلِكَ كِدْنَا لِيُوسُفَؕ مَا كَانَ لِيَأْخُذَ اَخَاهُ فٖي دٖينِ الْمَلِكِ اِلَّٓا اَنْ يَشَٓاءَ اللّٰهُؕ نَرْفَعُ دَرَجَاتٍ مَنْ نَشَٓاءُؕ وَفَوْقَ كُلِّ ذٖي عِلْمٍ عَلٖيمٌ ﴿٧٦

76. (Kafile geri döndü ve Yusuf,) öz kardeşinin yükünden önce diğer kardeşlerinin yüklerini aratmaya başladı. Su kabı, en sonunda kardeşinin yükünde çıktı (ve böylece kardeşi yanında kalmış oldu). İşte Biz Yusuf için böyle bir ‘plan’ kurduk. Yoksa, hükümdarın dinine (kanunlarına) göre kardeşini alıkoyamazdı; fakat Allah ne dilerse o olur (ve Allah, bir şeyi dileyince onun sebeplerini de hazırlar). Biz, kimi dilersek onu böyle mertebe mertebe yükseltiriz. Ve her bir bilgi sahibinin üstünde daha iyi bir bilen (ve hepsinin üstünde her şeyi bilen olarak Allah) vardır.

Bu ayet yukarıdaki ayetlerde anlatılan hadiseleri Allah’ın takdir ve tertip ettiğini gösteriyor. Hz. Yusuf, kardeşine hediye olarak kendi su kabını (sikaye) vermişti ama aynı gece hükümdarın kasesi (sûvâà-l melik) de kayboldu. Hz. Yakûb’un oğullarının eşyalarını arayan görevliler onların eşyaları içinde Hz. Yusuf’a ait su kabını (sikaye)’yi buldular. Hırsıza ait hükmü Hz. Yakûb’un oğulları babalarının şeriatına göre vermişlerdi; bu da Hz. Yusuf’a kardeşini yanında alıkoyma hakkını vermişti. Bu durum hem Hz. Yusuf’u hem de kardeşini memnun ettiği için seslerini çıkarmadılar. Ayrıca Hz. Yusuf, bu şekilde babasının şeriatının Mısır’da tanımasının ve uygulanmasının yolunu açtı. Yoksa melikin kanunlarına göre onu tutuklayıp alıkoymasına ihtimal yoktu. Burada “din” kelimesinin mânâsı dikkat çekicidir. Bundan maksat, o zaman Mısır ülkesinde yürürlükte olan şeriat ve özellikle de “ceza kanunu” dur. Kaynakların bildirdiğine göre, o devirde Mısır ceza kanununda hırsızlığın cezası, hırsızı dövmek ve çaldığı malı iki katıyla tazmin ettirmekten ibaret idi. Şu hâlde o kanuna göre, Bünyamin’i tutuklayıp alıkoymak zulüm olurdu. Hz. Yusuf, kanun dışı bir hareketi tecviz etmeyeceği için sanığı mahkemeye sevk edecekti. Ancak Mısır mahkemesi de yürürlükte olan kanun ile hüküm verecekti. Bu konudaki hükmü suçla itham edilenler vermişti ve kendi verdikleri hükmü razı olmak zorundaydılar. Olay hiç mahkemeye intikal etmeden çözülmüştü.

قَالُٓوا اِنْ يَسْرِقْ فَقَدْ سَرَقَ اَخٌ لَهُ مِنْ قَبْلُۚ فَاَسَرَّهَا يُوسُفُ فٖي نَفْسِهٖ وَلَمْ يُبْدِهَا لَهُمْ قَالَ اَنْتُمْ شَرٌّ مَكَاناًۚ وَاللّٰهُ اَعْلَمُ بِمَا تَصِفُونَ ﴿٧٧

77. “Ne diyelim! “diye karşılık verdiler: “Çalmışsa, daha önce kardeşi de çalmıştı.” Yusuf, bu isnatlarından duyduğu üzüntüyü içine atıp, bunu onlara belli etmemekle birlikte kendi içinden, “Siz, şu anda kötü bir durumdasınız (da böyle diyorsunuz). Ama Allah, bu iddianızla ilgili gerçeği çok iyi bilmektedir.” dedi.

Bu ayet bizlere yıllar önce ortadan kaldırdıklarını düşündükleri Hz. Yusuf’u hala unutmadıklarını, yaptıkları olay karşısında bir pişmanlık yaşamadıklarını ve O’na ve onun öz kardeşine karşı çekememezlik duygularının yine iyiden iyiye depreştiğini anlatıyor. Ayrıca Hz. Yusuf ve Bünyamin’in anneleri ayrı olduğundan dolayı yıllardır onları hala kendilerine öz kardeş gibi görmedikleri ve ayrı tuttukları da bariz bir şekilde anlaşılmaktadır. “Bu işte mutlaka bir yanlışlık var.” deyip kardeşlerini korumaları gereken yerde, öfkeye kapılıp Hz. Yusuf’a ve kardeşine duydukları hased ve nefreti bir kere daha ağızlarından kaçırdılar.

Onların bu suçlaması karşısında Hz. Yusuf, kardeşlerinin hiç değişmediğini hem kendine hem de kardeşine karşı hala aynı duygu ve düşüncede olduklarını anlıyor.  Onların bu ithamı karşısında, sözlerinin ne denli doğru olduğunu Allah’ın herkesten iyi bildiğini ve çok yakında bütün bu gerçeklerin ortaya çıkacağını kendi içinden söylemiştir.

قَالُوا يَٓا اَيُّهَا الْعَزٖيزُ اِنَّ لَـهُٓ اَباً شَيْخاً كَبٖيراً فَخُذْ اَحَدَنَا مَكَانَهُۚ اِنَّا نَرٰيكَ مِنَ الْمُحْسِنٖينَ ﴿٧٨

78. “Ey vezir!” dediler: “Bunun çok yaşlı bir babası var, (bu şekilde alıkonulmasına ve ayrılığına dayanamaz). Ne olur, onun yerine bizden birini alıkoy. Doğrusu biz seni anlayışlı, her bakımdan iyiliğe adanmış biri olarak görüyoruz.”

Hz. Yakûb’un oğulları olayın ilk şokunu attıktan sonra babalarına verdikleri sözü hatırlamışlar, Hz. Yusuf’un kaybolmasından sonra babalarının yıllardır çektiği ızdırap gözlerinin önüne gelmiştir. Yıllar önce kendilerine güvenip onlarla yolladığı bir çocuğunu kurtlara yedirmişlerdi(!), şimdi korumak için söz verdikleri diğer çocuğunu da Mısır’da köle olarak bırakacaklardı. Bunun üzerine onlar öfkeyi bırakıp kardeşlerini kurtarmak için Hz. Yusuf’tan yardım ve merhamet dilenmeye ve “Ey Aziz…!” diyerek yalvarmaya başlamışlar.

قَالَ مَعَاذَ اللّٰهِ اَنْ نَأْخُذَ اِلَّا مَنْ وَجَدْنَا مَتَاعَنَا عِنْدَهُٓۙ اِنَّٓا اِذاً لَظَالِمُونَ ﴿٧٩

79. Yusuf, “Allah korusun!” diye karşılık verdi: “Biz, malımızı kimin yanında bulmuşsak onu alıkoyarız. Aksi takdirde şurası bir gerçek ki büyük haksızlık yapmış (zalim)lerden oluruz.”

Dikkat edilirse Hz. Yusuf, “Hırsızlık suçu işlememiş bir masumu alıkoymaktan Allah’a sığınırız.” demiyor. Zira alıkoyduğu öz kardeşinin hırsız olmadığını bilmektedir. Bu nedenle de kullandığı sözcükleri ustaca seçiyor ve “Biz, malımızı kimin yanında bulmuşsak onu alıkoyarız.” diyor. Hz. Yûsuf, cezanın şahsîliği ilkesinden hareket etti ve suçlunun yerine başkasını cezalandırmanın haksızlık olduğunu, böyle bir şey yapmaktan Allah’a sığındığını bildirerek onların tekliflerini geri çevirmiştir.

فَلَمَّا اسْتَيْـَٔسُوا مِنْهُ خَلَصُوا نَجِياًّؕ قَالَ كَبٖيرُهُمْ اَلَمْ تَعْلَمُٓوا اَنَّ اَبَاكُمْ قَدْ اَخَذَ عَلَيْكُمْ مَوْثِقاً مِنَ اللّٰهِ وَمِنْ قَبْلُ مَا فَرَّطْتُمْ فٖي يُوسُفَۚ فَلَنْ اَبْرَحَ الْاَرْضَ حَتّٰى يَأْذَنَ لٖٓي اَبٖٓي اَوْ يَحْكُمَ اللّٰهُ لٖيۚ وَهُوَ خَيْرُ الْحَاكِمٖينَ ﴿٨٠

80. Nihayet, Yusuf’un O’nu vermesinden ümitlerini kesince (çaresiz oradan ayrıldılar) ve bir tarafa çekilip aralarında konuşmaya başladılar. En büyükleri, “Bilmez misiniz ki” dedi, “babanız, bu hususta Allah huzurunda sizden kesin söz almıştı. Daha önce Yusuf hakkında da büyük bir kusur işlemiştiniz. Babam, gelebilirsin deyinceye veya Allah (kardeşimi alıp gitme veya ölüm gibi) hakkımda bir hüküm verinceye kadar, buradan bir adım atmam. Allah, her zaman en hayırlı hükmü verendir.

Hz. Yakub’un oğullarının en büyüğü diğer kardeşlerine, babalarının kendilerinden aldığı sözü, ayrıca daha önce aynı zamanda Hz. Yusuf meselesinde de ihmalkâr davrandıklarını kendilerine hatırlatıyor. Bu iki olay arasında bir bağ kuruyor. Ardından da kesin kararını açıklıyor: Babası kendisine izin vermedikçe ya da hükmüne razı olup boyun eğeceği Allah, kendisi hakkında bir hüküm vermedikçe Mısır’dan ayrılıp babasının karşısına kesinlikle çıkmayacaktır.

اِرْجِعُٓوا اِلٰٓى اَبٖيكُمْ فَقُولُوا يَٓا اَبَانَٓا اِنَّ ابْنَكَ سَرَقَۚ وَمَا شَهِدْنَٓا اِلَّا بِمَا عَلِمْنَا وَمَا كُنَّا لِلْغَيْبِ حَافِظٖينَ ﴿٨١

81. “Şimdi siz gidin ve babanıza vararak deyin ki: ‘Muhterem babamız! İnan ki, oğlun hırsızlık yaptı. Ancak bildiğimiz, gözlerimizle gördüğümüz bir hadiseye şahitlikte bulunuyoruz. (O’nu koruyacağımıza dair söz verirken,) gelecekte ne olacağını bilemezdik. Biz, gaybın bekçileri değiliz ki!

وَسْـَٔلِ الْقَرْيَةَ الَّتٖي كُنَّا فٖيهَا وَالْعٖيرَ الَّتٖٓي اَقْبَلْنَا فٖيهَاؕ وَاِنَّا لَصَادِقُونَ ﴿٨٢

82. ‘Bize inanmıyorsan, gittiğimiz ve hadisenin geçtiği şehrin ahalisine, istersen, birlikte geldiğimiz kafiledekilere de sor. Biz, gerçekten doğruyu söylüyoruz.’

Abileri geri dönmeme kararı sonrasında, kardeşlerine babalarına neler diyecekleri hususunda tavsiyeler veriyor. Onlardan, dönüp babalarına giderek her şeyi açıkça anlatmalarını istiyor. Oğlu hırsızlık yapmıştır! Bu sebeple de tutuklanmıştır. Kendilerinin görüp bilebildikleri budur. Onlar babalarına kardeşlerini koruyacaklarına dair söz vermişlerdi ama onun hırsızlık yapıp, bundan dolayı cezalandırılacağını bilemezlerdi. Babaları sözlerine inanmayacak olursa, dilerse olayı yaşadıkları şehirdeki -yani Mısır’ın başkentindeki- halka sorsun. Ve yine dilerse, birlikte yolculuk ettikleri kafiledeki insanlara sorsun zaten onlar bu yolculuklarında yalnız değildiler. O kıtlık yıllarında farklı yerden pek çok kervan yardım alabilmek için Mısır’a gidiyordu.

قَالَ بَلْ سَوَّلَتْ لَكُمْ اَنْفُسُكُمْ اَمْراًؕ فَصَبْرٌ جَمٖيلٌؕ عَسَى اللّٰهُ اَنْ يَأْتِيَنٖي بِهِمْ جَمٖيعاًؕ اِنَّهُ هُوَ الْعَلٖيمُ الْحَكٖيمُ ﴿٨٣

83. Dönüp, babalarına bunları söylediler. Yakup, (kendi içinden) dedi: “Hayır, bütün bu olup bitenler, nefsinizin sizi sürüklediği bir iş(in devamından başka bir şey değil)! Bana düşen, yine güzelce sabretmektir. Öyle umuyorum ki Allah, onların (Yusuf, Bünyamin ve en büyük kardeşleri) hepsini bana getirecek, beni bütün kaybettiklerimle buluşturacaktır. Çünkü O Alîm (her şeyi en iyi ve hakkıyla bilen)dir; Hakîm her hüküm ve icraatında pek çok hikmetler bulunan)dır.

Hz. Yakup (a.s.), bir peygamber ferasetiyle bütün bu olup bitenlerde İlâhî bir sır olduğunu sezmiş, Hz. Yusuf’un yıllar önce kaybolup gidişine yanarken, bu defa iki oğlunun birden başka diyarlarda kalmasıyla hadiselerin mutlu bir neticeye doğru yürüdüğünü fark etmiştir. Çünkü, mü’min ve mü’minler cemaati hakkında, eğer onlar, Allah’ın yolunda gidiyorlarsa, hadiselerin gittikçe kararması, ufkun birden açılacağına, yani mutlu sonun yakın olduğuna işarettir. Karanlığın son noktası aydınlıktır. Ayrıca kardeşleri ile ilgili söylemiş oldukları suçlamayı kabul etmediğini ve bu konuda da evlatlarının nefislerine uyup yine yanlış yaptıklarını da ifade ediyor.

وَتَوَلّٰى عَنْهُمْ وَقَالَ يَٓا اَسَفٰى عَلٰى يُوسُفَ وَابْيَضَّتْ عَيْنَاهُ مِنَ الْحُزْنِ فَهُوَ كَظٖيمٌ ﴿٨٤

84. Onlardan yüz çevirmiş, artık kendi halinde “Vah Yusuf! Neredesin Yusuf?” diyerek ağlıyor, sızlanıyordu. Üzüntüsünden ağlaya ağlaya gözlerine ak düştü ve görmez oldu. Oğullarına duyduğu kızgınlığı hiç belli etmiyor ve onu hep (bir diken yutar gibi) yutuyordu.

Esef: Esef bilindiği gibi, şiddetli hüzün demektir ki, bu anlamda dilimizde daha ziyade “gam” kelimesi kullanılır. “Yâ” esasen uzaktakini çağırmak için kullanılan bir ünlemdir. Kalbinin derinlerindeki üzüntüyü sanki söz anlar bir şahıs gibi böyle nida ile çağırmak da ayrıca pek anlamlı bir mecazdır. Hz. Yakup, bu sefer iki oğlunun birden acısına katlanmak zorunda kalıyor; Hz. Yusuf’un öteden beri sürüp gelen hicranına bir de Bünyamin’in acısı ekleniyor. O oğlunu çok iyi tanıyor ve böyle bir şey yapmayacağını çok iyi biliyordu. Bütün bunlara rağmen ümitsizliğe kapılmıyor, Allah’tan ümidini kesmiyor, ümit ve sabırla beklemeye karar veriyor. Bünyamin ve büyük oğlunun hayatı ve yeri hakkında bilgisi var ama vaktiyle kanlı bir gömlek getirip, onu kurt yedi dedikleri Hz. Yusuf hakkında ise, ilâhî rahmet ve maneviyat delilinden başka görünürde bir delil de bulunmuyor. Bundan dolayı da bütün bu musibetleri bir tek Hz. Yusuf’un hicranında toplanmış buluyor ve “vah Yusuf’um” diye ağlamaya devam ediyordu. Hz. Peygamber, Hz. Cebrail’e “Yakub’un Yusuf’a hicranı ne dereceye varmıştı?” diye sual etmiş, Hz. Cebrail de “Evladını kaybeden yetmiş ananın toplam hicranına” demiş. “O halde onun sevabı ne kadardır?” deyince, O’da “Yüz şehid sevabıdır. Çünkü O, Allah’a bir an bile suizan etmedi.” demiştir. Hz. Yakub’un bu davranışı bize musibet zamanlarında üzülmek ve ağlamanın caiz olduğunu, ayrıca böyle bir durumda Allah’a dayanmaktan başka bir çare olmadığını göstermektedir.

قَالُوا تَاللّٰهِ تَفْتَؤُ۬ا تَذْكُرُ يُوسُفَ حَتّٰى تَكُونَ حَرَضاً اَوْ تَكُونَ مِنَ الْهَالِكٖينَ ﴿٨٥

85. Etrafındakiler, “Allah’a yemin olsun ki,” dediler, “aradan bunca zaman geçti, halâ Yusuf’u dilinden koymuyorsun. Bu gidişle ya kederinden eriyip gidecek yahut da öleceksin!”

Onun bu acıklı haline bakan ve sırrına eremeyenler: Hayret doğrusu, vallahi hayret dediler: Yusuf, Yusuf deyip duruyorsun nihayet üzgün düşeceksin veya helak olup gidenlerden olacaksın! Gerçi bu sözler bir azar olarak söylenmiyor, bir teselli için söyleniyordu. Lâkin Hz. Yusuf’u ölmüş farz etmek gibi bir ye’se, bir ümitsizliğe bağlı olarak söylendiği için, onun haline bir itirazı ve ona karşı yöneltilmiş bir tenkidi tazammun ediyordu. Şu hâlde Hz. Yakub gibi ince ruhlu, hassas ve içli bir zata karşı böyle cahilane teselliler bile bir azar, bir kabalık anlamı taşıyordu veya ona öyle geliyordu.

قَالَ اِنَّـمَٓا اَشْكُوا بَثّٖي وَحُزْنٖٓي اِلَى اللّٰهِ وَاَعْلَمُ مِنَ اللّٰهِ مَا لَا تَعْلَمُونَ ﴿٨٦

86. Yakup, “Ben, bütün dertlerimi, keder ve hüznümü Allah’a arz ediyor, O’na şikâyette bulunuyorum. Hem, Allah’ın bana öğretip de bildiğim öyle şeyler var ki, siz onları bilmiyorsunuz.” diye cevap verdi.

Fakat bütün bu kaba tesellilere karşı onun sabrına, kendini tutmasına, incelik ve nezaketine bakınız ki, o bunlara karşı “Size ne oluyor?” veya “Sizi ilgilendirmez” gibi cümlelerle karşılık vermiyordu. “Ben, dedi, dert ve hüznümü ancak Allah’a şikâyet ederim, derdimi O’na açarım ne size ne de başkalarına değil.” diyordu. Ve sizin bilmediğiniz şeyleri Allah tarafından ben biliyorum. Şu hâlde bunları boşuna zannetmeyin, Allah belki hiç umulmadık bir yerden neşeler verir. Hz. Yakûb’un bildiği, Allah’ın imtihanı, sabrın sonunun selâmet olduğudur; ayrıca oğlu Yûsuf’un yıllar önce kendisine anlattığı rüyasına dayanarak edindiği, olayların geleceğine dair ümit verici bilgidir.

يَا بَنِيَّ اذْهَبُوا فَتَحَسَّسُوا مِنْ يُوسُفَ وَاَخٖيهِ وَلَا تَايْـَٔسُوا مِنْ رَوْحِ اللّٰهِؕ اِنَّهُ لَا يَايْـَٔسُ مِنْ رَوْحِ اللّٰهِ اِلَّا الْقَوْمُ الْكَافِرُونَ ﴿٨٧

87. (Bir defa daha oğullarını uğurladı ve) “Ey oğullarım!” dedi: “Bütün melekelerinizi kullanarak Yusuf ve kardeşi hakkında bilgi edinmeye çalışın. Allah’ın rahmetinden asla ümidinizi kesmeyin. Şurası bir gerçek ki, O’na inanmayan kâfirler güruhu dışında hiç kimse Allah’ın rahmetinden ümit kesmez.”

“Ben buradan ayrılmam!” diyen ve orada kalan büyük kardeşlerinden hiç söz etmemektedir. Çünkü o kendi isteğiyle kalmıştır ve yeri bellidir. Yusuf ve Bünyamin ise çaresiz kalıp ayrı düşmüşlerdi. Yusuf bir yitik, Bünyamin ise bir tutuklu idi. Bunların ölmüş olduklarına dair bir bilgi yoktu. Halbuki öldükleri bilinmeyen kimselerin aranması ve bulunup onlara gerekli yardımın yapılması bir görev, bir vecibe teşkil ediyordu. Anlaşılıyor ki, Hz. Yusuf hakkında iyi bir araştırma yaptıramaması Hz. Yakub’u en çok üzen ve yüreğini dağlayan ayrı bir ukde idi. Bünyamin’in tutuklanması yüzünden bir takip ve araştırmanın lüzumu yeniden gündeme gelmişti. Onun için ikisinin de araştırılmasını emretmiş ve bu vazifenin ümitsizce, baştan savma bir şekilde değil, ümitle ve istekle yapılması gerektiği yolunda onların maneviyatlarını ve morallerini güçlendirmek için demiştir ki: Ve Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Yani, Allah’ın, sıkıntıları giderecek, daralmış göğüslere nefes aldırtıp ferah verecek yardımından, lütuf ve rahmetinden ye’se düşmeyiniz. Çünkü Allah’ın yardımından kâfirlerden başkası ümit kesmez. Olsa olsa onlar ümitsizliğe düşerler. Oğulları üçüncü defa Mısır yoluna düştüklerinde artık iki nedenleri vardı, erzakları bitmek üzereydi ve tekrar gidip oradan erzak almaları gerekiyordu ve geride bıraktıkları kardeşlerini kurtarmaları gerekiyordu. Ayrıca babaları ısrarla Hz. Yusuf ile ilgili de araştırma yapmalarını istemişti.

فَلَمَّا دَخَلُوا عَلَيْهِ قَالُوا يَٓا اَيُّهَا الْعَزٖيزُ مَسَّنَا وَاَهْلَنَا الضُّرُّ وَجِئْنَا بِبِضَاعَةٍ مُزْجٰيةٍ فَاَوْفِ لَنَا الْكَيْلَ وَتَصَدَّقْ عَلَيْنَاؕ اِنَّ اللّٰهَ يَجْزِي الْمُتَصَدِّقٖينَ ﴿٨٨

88. Varıp, yine Yusuf’un huzuruna girdiler ve “Ey vezir,” dediler, “bizi de evimizi de gerçekten darlık ve kıtlık vurdu; ama az bir meblâğla gelebildik; fakat sen elimizdekine bakmadan yine bize dolu dolu ver, sadakan olsun! Hiç kuşkusuz Allah, fazladan iyilikte bulunanları bol bol mükâfatlandırır.”

Hz. Yakub’un ısrarı üzerine oğulları, hem Hz. Yûsuf’u aramak, hem Bünyamin’i kurtarmak hem de yiyecek almak üzere üçüncü defa Mısır’a gittiler. Hz. Yûsuf’un huzuruna girdiklerinde kıtlığın kendilerini iyice dara düşürdüğünü, dolayısıyla erzak temini için tekrar geldiklerini söylediler. Ellerindeki bedelin yetersiz olduğunu, bu sebeple alışverişin dışında kendilerine biraz da tasaddukta bulunmasını Hz. Yusuf’tan istediler. Bu ifadeler gösteriyor ki, üçüncü defa Yusuf’la karşı karşıya gelişlerinde kalblerinde büyük yumuşaklık ve intibah hasıl olmuştu. Demek ki, Bünyamin’in tutuklanması üzerine başlayan bu yumuşama ve kendine geliş, gittikçe ilerlemiş ve onları daha da olgunlaştırmıştı. Yusuf’un onları mazur görerek, onlar adına yaptığı tevbe, gösterdiği tevazu ve ihlas onları da etkilemiş ve olgunlaştırmıştı. Bundan dolayı Yusuf’un kendisini tanıtma zamanı gelmişti.

قَالَ هَلْ عَلِمْتُمْ مَا فَعَلْتُمْ بِيُوسُفَ وَاَخٖيهِ اِذْ اَنْتُمْ جَاهِلُونَ ﴿٨٩

89. Yusuf ise, “Hani o bilmezlik vaktinizde Yusuf’a ve kardeşine yaptıklarınızın farkındasınız değil mi?” deyiverdi.

Hz. Yusuf, kendisini tanıtmak maksadıyla siz cahilliğiniz zamanında Yusuf’a ve kardeşine ne yaptınız, biliyor musunuz? dedi. Hz. Yusuf’un bu ifadesi, çocukluk dönemlerinde, üvey kardeş olmaları dolayısıyla ve küçük olduklarından dolayı babalarının onlara göstermiş olduğu şefkati kıskanmalarından dolayı kötü bazı tavır ve davranışlarda bulunduklarını hissettirmektedir. İşte bu açıklama ve bu şekilde sorulan soru ile kuyuya atıldığı zaman “Sen onlara bu yaptıklarını hiç beklemedikleri bir anda haber vereceksin” (âyet 15) âyetiyle vaad edilen durum gerçekleşmiş oluyordu.

قَالُٓوا ءَاِنَّكَ لَاَنْتَ يُوسُفُؕ قَالَ اَنَا۬ يُوسُفُ وَهٰذَٓا اَخٖيؗ قَدْ مَنَّ اللّٰهُ عَلَيْنَاؕ اِنَّهُ مَنْ يَتَّقِ وَيَصْبِرْ فَاِنَّ اللّٰهَ لَا يُضٖيعُ اَجْرَ الْمُحْسِنٖينَ ﴿٩٠

90. “Yoksa sen, evet sen, Yusuf musun?” diye haykırıştılar. “Ben Yusuf’um, bu da kardeşim!” diye cevap verdi Yusuf: “Allah, bizi lütfuna mazhar kıldı. Doğrusu şu ki, kim O’na karşı derin saygı duyar, O’na karşı gelmekten sakınır ve O’na itaatla birlikte başına gelenlere de sabrederse, hiç şüphesiz Allah, böyle iyiliğe adanmış ve O’nu görürcesine davranan kimselerin mükâfatını asla zayi etmez.”

Bu söz onların gönlünde ve zihninde şimşek gibi çakmıştı, derhal onun Yusuf olduğunu anlayarak zirvedeki bir hayret ve heyecanla ve adeta kekeleyerek, a… a… Sen misin, sahi sen Yusuf musun? dediler. O da kendisini ve kardeşini takdim ederek: ben Yusuf’um, bu da (yani, yanımda ikbal mevkiinde bulunan ve dikkatinizden kaçmış gibi görünen zat da) kardeşim, dedi. Bundan bir gurur ve övünme duyduğu anlaşılmaması için Allah’a şükür ve nimetini övgüyle dile getirmek ve bir de kardeşlerine öğüt vermek maksadıyla şunu ekledi. Doğrusu Allah bize lütfetti, bize nimetini ihsan etti. Şuna hiç şüphe yok ki, her kim takva yolunda yürür ve sabırlı olursa, yani fenalıklardan sakınır, mihnete ve zahmete katlanırsa kesinlikle Allah muhsinlerin ecrini zayi etmez.

قَالُوا تَاللّٰهِ لَقَدْ اٰثَرَكَ اللّٰهُ عَلَيْنَا وَاِنْ كُنَّا لَخَاطِـٖٔينَ ﴿٩١

91. “Allah’a yemin olsun ki, gerçekten Allah seni bize tercih etti; biz, başka değil, ancak çok büyük bir yanlışın içindeydik.”

Dünün güçlü zalim ve ceberutları, Allah’ın hükmü karşısında artık diz çökmek zorunda kalmıştı. Kendisinden kurtulmak için öldürmeyi düşünebildikleri, bundan vazgeçip götürüp bir kuyuya attıkları kardeşleri karşılarında bir vezir olarak duruyordu. Onu zihinlerinden o kadar silmişlerdi ki üç defa gelip huzuruna çıkmalarına rağmen onun kardeşleri Yusuf olabileceği akıllarının ucuna bile gelmemişti. Onlar babalarının O’na göstermiş olduğu ilgi ve şefkati kıskanmışlardı fakat Allah’ın göstereceği şefkat ve vereceği nimetleri engelleyebilmeleri söz konusu değildi. Artık akıllarını başa alma zamanı gelmişti ve kusurlarını itiraf edip özür dilediler. O da onları bağışladığını bildirdi. İnsanların kıskanması, Allah’ın bir kimse için takdir etmiş olduğu nimeti engelleyemez. Kardeşlerinin kıskanması da Yûsuf’un yükselmesine engel olamamıştır. Sonunda kendileri mahcup olmuş ve Allah’ın Yûsuf’u kendilerinden üstün kılmış olduğunu yemin ederek itiraf etmişlerdir. Ziya Paşa, bu âyetten hareketle, bir beyit düşer:

Dünün güçlü zalim ve ceberutları, Allah’ın hükmü karşısında artık diz çökmek zorunda kalmıştı. Kendisinden kurtulmak için öldürmeyi düşünebildikleri, bundan vazgeçip götürüp bir kuyuya attıkları kardeşleri karşılarında bir vezir olarak duruyordu. Onu zihinlerinden o kadar silmişlerdi ki üç defa gelip huzuruna çıkmalarına rağmen onun kardeşleri Yusuf olabileceği akıllarının ucuna bile gelmemişti. Onlar babalarının O’na göstermiş olduğu ilgi ve şefkati kıskanmışlardı fakat Allah’ın göstereceği şefkat ve vereceği nimetleri engelleyebilmeleri söz konusu değildi. Artık akıllarını başa alma zamanı gelmişti ve kusurlarını itiraf edip özür dilediler. O da onları bağışladığını bildirdi. İnsanların kıskanması, Allah’ın bir kimse için takdir etmiş olduğu nimeti engelleyemez. Kardeşlerinin kıskanması da Yûsuf’un yükselmesine engel olamamıştır. Sonunda kendileri mahcup olmuş ve Allah’ın Yûsuf’u kendilerinden üstün kılmış olduğunu yemin ederek itiraf etmişlerdir. Ziya Paşa, bu âyetten hareketle, bir beyit düşer:

Zalimlere dedirtir bir gün Kudret-i Mevlâ: “Tellahi, lekad âserakellahü aleynâ!

قَالَ لَا تَثْرٖيبَ عَلَيْكُمُ الْيَوْمَؕ يَغْفِرُ اللّٰهُ لَكُمْؗ وَهُوَ اَرْحَمُ الرَّاحِمٖينَ ﴿٩٢.

92. Yusuf, hemen söze girdi: “Hayır! Bugün size hiçbir kınama yok! (Ben hakkımı çoktan helâl ettim;) Allah da sizi affetsin. Çünkü O, bütün merhamet edenlerin üstünde mutlak merhamet sahibidir.

Peygamber tavrını, tabiî olarak Hz. Yusuf’un bütün davranış ve sözlerinde görmek mümkündür. Karşısında hatasını itiraf edenlere bir peygamber olarak mukabelesi af oldu; onları suçluluk duygusu içinde bırakmadı ve yaptıklarından dolayı asla kınama yoluna gitmedi. Allah ahlâkıyla ahlâklanmanın tecellisi olan bu tavır, Allah’ın Son Elçisi Hz. Muhammed (sav)’de çok daha öte bir şekilde tecelli etmiştir. O, Mekke’yi fethettiği zaman, tam 21 yıl kendisine bir an kötülükten geri durmamış, kendisini memleketinden çıkarmış, sonra üzerine defalarca savaş açıp ordular sevk etmiş, en sevdiği insanların şahadetine sebep olmuş ve artık haklarında vereceği hükmü bekleyen bütün Kureyş halkına, “Ben, bugün size Yusuf’un kardeşlerine dediği gibi derim: ‘Bugün size hiçbir kınama yok! (Ben hakkımı çoktan helâl ettim;) Allah da sizi affetsin. Çünkü O, bütün merhamet edenlerin üstünde mutlak merhamet sahibidir.’ Gidiniz, hepiniz serbestsiniz!” buyurmuştur. Kur’ân-ı Kerim, kıssaların en güzeli olan bu kıssa ile çok önemli dersler vermektedir. Mekke’de Müslümanların işkencelerden en çok bunaldıkları anda inen bu sûre, bir yandan onlara nihaî zaferi müjdelerken, bir yandan da Kureyşli müşriklere, “Hz. Muhammed’le olan bu meselenizde netice farklı olmayacaktır. Sonunda, Yusuf’un kardeşlerinin Yusuf’a söylediği gibi, siz de O’na hatanızı itiraf etmek zorunda kalacaksınız. Ama O size asla farklı davranmayacaktır.” hatırlatmasında bulunmaktadır.

اِذْهَبُوا بِقَمٖيصٖي هٰذَا فَاَلْقُوهُ عَلٰى وَجْهِ اَبٖي يَأْتِ بَصٖيراًۚ وَأْتُونٖي بِاَهْلِكُمْ اَجْمَعٖينَ ﴿٩٣

93. “Şimdi, bu gömleğimle gidin ve onu babamın yüzüne sürün, gözü açılacaktır. Sonra da bütün ailelerinizi toplayıp birlikte bana gelin!”

Bu gömleğin daha önce götürülen kanlı gömleğe bir karşılık olduğu gözden kaçmamaktadır. Demek ki yalandan kanlı bir gömlekle başlayan ve Hz. Yakub’a dünyayı zindan eden ve oldukça uzun süren bu hicran derdinin tedavisi böylece müjde olarak götürülecek mübarek bir gömlekle yapılacaktı ve bu sayede giderilecekti. Acaba bu nasıl bir gömlekti? Bir rivayette denilmiştir ki, bu gömlek o sırada Hz. Yusuf’un sırtında bulunan bir gömlek idi. Gerçekten de “İşte şu gömleğim” ifadesinde bu mâna açık olarak görülmektedir. Ancak bu suretle böyle sıradan bir gömleğin göze sürülmekle gözlerin kuvvet bulması akılla anlaşılır bir şey olarak görülmez. Bundan dolayı muhakkik olanlar demişlerdir ki: “Bu da mutlaka vahiy ile olmuştur. Zira bu yönde bir vahiy olmasa Hz. Yusuf bunu kendi aklıyla bulamazdı”. Ancak bunun mânâsı şu demektir. Bu, aklen ve tıbben mümkündür, tıbbın kurallarından ve tecrübelerden böyle bir ilham alınabilir. Gerçekten de gerek hastalık gerek sıhhat açısından üzüntünün ve ruhsal etkilerin beden üzerindeki rolü, böylece tedavisi tıp açısından dahi inkâr olunamazsa da burada akla uygunluğun bu kadarcığı yine de meselenin çözümüne yeterli değildir. Böyle bir düşünceyle “belki iyi gelir” denilebilirse de kesin hüküm verilemez. Oysa meselenin en önemli noktası Yusuf’un kesin bir ifade kullanarak “görmesi geri gelir” demesidir. Akıl yoluyla ele alındığı zaman, tıbbın hiçbir tedavisinde böyle konuşulamaz. En maddî ve en basit tıbbı tedavi şekillerinde bile yüzde yüz kesin sonuç şudur diyerek hüküm verilemez. Hz. Yusuf, kardeşlerini böylece memnun edip onların gönüllerini aldıktan sonra ilk iş olarak onları böyle güzel ve mucizeli bir tedavi yolu ile babasına müjde vermek ve ahir ömründe ona güzel güzel hizmet etmek için Mısır’a davetle görevlendirdi. Onları hiç bekletmeden geri gönderdi ve dedi ki: Babamla beraber bütün ehlinizi; yani erkek, dişi, büyük, küçük Yakup hanedanından olan bütün kimseleri, bütün ailenizi toptan alıp bana getiriniz.

Sevgini paylaş

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir