YÛSUF SURESI 4. BÖLÜM

ZİNDANDAN VEZİRLİĞE

يُوسُفُ اَيُّهَا الصِّدّٖيقُ اَفْتِنَا فٖي سَبْعِ بَقَرَاتٍ سِمَانٍ يَأْكُلُهُنَّ سَبْعٌ عِجَافٌ

وَسَبْعِ سُنْبُلَاتٍ خُضْرٍ وَاُخَرَ يَابِسَاتٍۙ لَعَلّٖٓي اَرْجِعُ اِلَى النَّاسِ لَعَلَّهُمْ يَعْلَمُونَ ﴿٤٦

46. (Doğru zindana varıp,) “Yusuf, ey özü-sözü doğru mübarek insan!” (Diye söze girdi ve şöyle devam etti:) “Yedi semiz ineği yedi zayıf inek yiyordu; bir de yedi yeşil başakla birlikte yedi kuru başak vardı. Bu rüya hakkında bizi aydınlatır mısın? Ümit ederim ki bunun tabirini senden alır ve manâsını merakla bekleyen insanların yanlarına dönerim de hem onun manâsını öğrenmiş olur hem de senin kadr ü kıymetini bilirler.”

Söz konusu aracı Yusuf’a “özü-sözü dosdoğru!” diye sesleniyor. Yani Yusuf’u doğru mu doğru sözlü bir kişi olarak niteliyor. Tabir açısından, rüyayı anlatırken kullanılan kelimeler de çok önemlidir. Bu sebeple Kur’ân-ı Kerim, hükümdarın rüyasını hem kendi ağzından hem de sâkîsinin ağzından anlattığı her iki yerde de onu aynı şekilde, aynı kelimelerle nakletmektedir. Zira aracı bunun yorumunu istediğinden, aynen aktarmak için özen göstermektedir. Böylece ayetlerin üslubu içerisinde bu sözler bir kez daha yinelenerek perçinlenmektedir. Bununla bir yandan aktarımcının gösterdiği özene dikkat çekilmekte, diğer yandan da yorumun hemen bu rüyanın peşinde yer alması sağlanmaktadır.

قَالَ تَزْرَعُونَ سَبْعَ سِنٖينَ دَاَباًۚ فَمَا حَصَدْتُمْ فَذَرُوهُ فٖي سُنْبُلِهٖٓ اِلَّا قَلٖيلاً مِمَّا تَأْكُلُونَ ﴿٤٧

47. Yusuf, şöyle cevap verdi: “Yedi yıl, şimdiye kadar olduğu gibi ekinlerinizi ekersiniz. Fakat onu hasat ettiğinizde, yiyeceğiniz az bir miktarın dışında kalan kısmını başağında bırakır, depolarsınız.

ثُمَّ يَأْتٖي مِنْ بَعْدِ ذٰلِكَ سَبْعٌ شِدَادٌ يَأْكُلْنَ مَا قَدَّمْتُمْ لَهُنَّ اِلَّا قَلٖيلاً مِمَّا تُحْصِنُونَ ﴿٤٨

48. “Sonra bunun peşinden yedi kurak ve çetin yıl gelecek. Bu yedi yıl, tohum olarak kullanmak üzere saklayacağınız az bir miktarın dışında, daha önce depoladığınız ürünün tamamını yiyip bitirecektir.

ثُمَّ يَأْتٖي مِنْ بَعْدِ ذٰلِكَ عَامٌ فٖيهِ يُغَاثُ النَّاسُ وَفٖيهِ يَعْصِرُونَ ﴿٤٩

49. “Sonra onun ardından bir yıl gelecek ki halk bol yağmura kavuşacak, sıkıntılardan kurtulacak ve bol bol meyve sıkıp, hayvanları sağacaklar.”

Hz. Yûsuf, hükümdarın rüyasını, Mısır’da etkili bir kıtlığın meydana geleceği şeklinde yorumladıktan sonra alınması gereken tedbirleri de anlatıyor. Eğer Mısır, bolluk yıllarını iktisatlı bir şekilde değerlendirebilirse kıtlık yıllarında perişan olmaktan kurtulacak ve arkasından gelecek olan yeni bolluk dönemi ile tekrar refaha kavuşacaktır. 49. ayet-i kerimede haber verilen bolluk yılları hükümdarın rüyasında yoktur, bu Hz. Yusuf’un peygamberlik mucizesi ile geleceğe dair vermiş olduğu bir haberdir. Hz. Yûsuf, Allah’ın verdiği bilgiye dayanarak bunu onlara müjdelemiştir.

وَقَالَ الْمَلِكُ ائْتُونٖي بِهٖۚ فَلَمَّا جَٓاءَهُ الرَّسُولُ قَالَ ارْجِعْ اِلٰى رَبِّكَ فَسْـَٔلْهُ مَا بَالُ النِّسْوَةِ الّٰتٖي قَطَّعْنَ اَيْدِيَهُنَّؕ اِنَّ رَبّٖي بِكَيْدِهِنَّ عَلٖيمٌ ﴿٥٠

50. (Rüyasının tabiri kendisine anlatılınca) hükümdar, “O’nu bana getirin!” dedi. Hükümdarın elçisi kendisini almak üzere zindana geldiğinde Yusuf, “Hayır, önce efendine dön ve ellerini kesen o kadınlarla ilgili gerçek ne idi bir soruver. Rabbim, hiç şüphesiz onların fendlerini çok iyi bilmektedir.” dedi.

Hükümdar, yorumun rüyaya uygun olduğunu görünce sevindi ve bu yorumu yapanın akıllı, bilgili bir kimse olduğunu anladı. Yorumu bir de kendisinden dinlemek için onun huzura getirilmesini emretti. Ancak, yıllardır hapiste olan Hz. Yusuf’un kurtulmak için hiç de acele etmiyor, yükleneceği önemli misyondan dolayı üzerindeki töhmet ve şaibenin ortadan kalkmasını, iffet ve şahsiyetine sürülmüş olan lekenin temizlenmesini istiyor. Kendisinin haksız olarak zindana atılmış, mâsum ve günahsız biri olduğunu çıkıp hükümdara kendisi anlatıp kendini savunmak yerine bu töhmetten kendisini haksız yere buraya yollayanların itirafları ile kurtulmak istiyor.

Hz. Yûsuf burada peygambere yakışır bir nezaket ve örnek bir tavır da sergiledi. Şöyle ki, asıl zindana atılmasına sebep olan Aziz’in karısı olduğu halde velinimetinin şerefini korumak için, onun karısından hiç söz etmeden geçmişte yapılmış bir toplantıda ellerini kesmiş bulunan kadınların tutumunun tahkik edilerek olayın aydınlatılmasını istemiştir.

Hz. Yusuf’un iki tutumu arasındaki farklılık, hapishanedeki ilahi terbiyenin izini somut bir biçimde ortaya koymaktadır. Daha önce hapishane arkadaşına, “Efendinin yanında benden söz et.” demiş olan Hz. Yusuf şimdi ise, “Efendinin yanına dön ve ellerini yemek bıçakları ile kesen kadınlara ilişkin olayın içyüzünü kendisine sor!” diyor. Hapishane onun için bir medrese-i Yusufiye olmuş ve peygamberlik vazifesini eda edebilmek için halkın huzuruna çıkmaya hazır hale gelmişti.

Hz. Yusuf’un gerek kendisiyle gerekse kralın elçisiyle ilgili olarak kullandığı “Rabb” kelimesinin içeriğini Kur’an bütünüyle bize aktarmış bulunuyor. Hükümdar, söz konusu elçinin rabbidir. Zira bu kimse kralı, otoritesine boyun eğdiği bir hüküm koyucu olarak benimsemiş durumdadır. Yüce Allah da Hz. Yusuf un Rabbidir. Zira O, otoritesine boyun eğilecek hüküm koyucu olarak yüce Allah’ı benimsemiş durumdadır. Ne şartta olursa olsun O’ndan başkasının önünde boyun eğmeyecektir.

قَالَ مَا خَطْبُكُنَّ اِذْ رَاوَدْتُنَّ يُوسُفَ عَنْ نَفْسِهٖؕ قُلْنَ حَاشَ لِلّٰهِ مَا عَلِمْنَا عَلَيْهِ مِنْ سُٓوءٍؕ

قَالَتِ امْرَاَتُ الْعَزٖيزِ الْـٰٔنَ حَصْحَصَ الْحَقُّؗ اَنَا۬ رَاوَدْتُهُ عَنْ نَفْسِهٖ وَاِنَّهُ لَمِنَ الصَّادِقٖينَ ﴿٥١

51. Hükümdar, (kadınları toplayıp,) “Ne idi Yusuf’la aranızda geçen? O’nun nefsinden murat almak istediğinizde Yusuf size nasıl davranmıştı?” diye sordu. “Allah için, haşa, biz O’nun aleyhinde hiçbir kötülük bilmiyoruz!” dediler. Vezirin hanımı da “İşte şimdi gerçek ortaya çıktı. Ben, O’nun nefsinden murat almak istemiştim. Hiç kuşku yok ki O, dürüst ve sadık insanlardandır.” itirafında bulundu.

Hükümdar kadınlarla yüz yüze konuşmadan önce gerekli tahkikatı yapmış, olaya ilişkin ipuçlarını toplamış ve olayı suçlularla tartışmadan önce bunun hangi koşullar altında yaşandığını anlamış bulunmaktadır. Bu sebeple onların önemli ve etkili bir durumla karşı karşıya geldiklerine işaret ediyor. “Yusuf’tan murad almak istediğinizde neler oldu?” sorusu ile kadınların karşısına çıkmış olması da hükümdarın Hz. Yusuf’un suçsuzluğuna inandığı ve bunu kadınların ağzından da öğrenmek istediğini göstermektedir. Yıllardır sarayın koridorlarında sessizce konuşulmuş olan iftiranın gün yüzüne çıkma zamanı gelmiştir. Önce Hz. Yusuf’un güzelliği karşısında hayran kalıp, ellerini kesmiş kadınlar Hz. Yusuf’un sıdkına şehadet etmişleridir. Onların ardından sıra iftiranın başı vezirinin hanımına gelmiş, Aziz’in karısı da gerçeği itiraf etmekten başka bir yol olmadığını anlamıştır.

ذٰلِكَ لِيَعْلَمَ اَنّٖي لَمْ اَخُنْهُ بِالْغَيْبِ وَاَنَّ اللّٰهَ لَا يَهْدٖي كَيْدَ الْخَٓائِنٖينَ ﴿٥٢

52. Yusuf, (hanımların itiraflarından haberdar olunca,) “Başka bir şey için değil, vezir gıyabında kendisine asla ihanette bulunmadığımı ve hainlerin hilelerini Allah’ın hiçbir zaman hayra ve hayır istikametinde başarıya yönlendirmeyeceğini bilsin diye böyle davrandım.” dedi.

Hz. Yusuf bir üstteki ayette kendisini halkın nezdinde temize çıkardıktan sonra burada, kendisine evini açıp evladı gibi görüp onu koruyup kollayan vezire özel hitapta bulunuyor. Vefa bir mü’minin en önemli vasıflarından biridir, Hz. Yusuf da vezire sadık olduğunu ona hiçbir zaman ihanette bulunmadığını ifade ediyor. Vezir Hz. Yusuf’un suçsuzluğunu zaten tespit etmişti ama hala aklının köşesinde az da olsa soru işareti olup acaba bu olayda Yusuf’un da dahli var mı diye düşünüyor olabilirdi. Bundan dolayı halktan sonra, özellikle vezirin nezdinde de aklanmaya ayrı bir önem verdiğini bu ayetten anlayabiliyoruz.

وَمَٓا اُبَرِّئُ نَفْسٖيۚ اِنَّ النَّفْسَ لَاَمَّارَةٌ بِالسُّٓوءِ اِلَّا مَا رَحِمَ رَبّٖيؕ اِنَّ رَبّٖي غَفُورٌ رَحٖيمٌ ﴿٥٣

53. Ve (ekledi:) “Bununla birlikte, hiçbir zaman nefsimi de temize çıkarmam. Çünkü nefis, daima ve ısrarla kötülüğü emreder; meğer ki Rabbim, hususî olarak merhamet edip koruya. Şurası bir gerçek ki Rabbim, günahları pek çok bağışlayandır; (bilhassa inanmış kullarına karşı) hususî rahmeti pek bol olandır.”

Bu ayette bir peygamberin Cenab-ı Allah karşısındaki edebini ve O’nun yardımı ve hususî rahmeti olmadan hidayete ulaşmanın, ulaştıktan sonra hidayette sabit kalmanın mümkün olmadığını ilân ettiğini görüyoruz. Sûrenin bu bölümünden sonra Hz. Yusuf’un çekmiş olduğu sıkıntılı günler bitmiş, onun için yeni bir dönem başlamıştır. Bu ayetlerden itibaren geçmişte kendisine kötülük düşünüp tuzak kuranlarla yüzleşme dönemi başlamıştır. Hesaplaşma dönemi demiyoruz, ayetlerde de göreceğimiz gibi O hiçbir zaman kimse ile hesaplaşmamış, geçmişte yaptıklarından dolayı onlara karşı herhangi bir olumsuz tavır ve davranışta bulunmamıştır. Hadiseler için sadece başkalarını suçlamamış, kendinin de nefis sahibi olduğunu ve nefsin insana kötülük emredeceğini ifade etmiştir. Bir peygamber ve örnek olarak, hata yapan, günah işleyen insanları Allah’ın kapısına yönlendirmiş, O’ndan af dilemeleri gerektiğini ifade etmiştir.

Hz. Yusuf’un kişiliğinin, başından geçen olaylar ve başarıyla verdiği sınavlar sonrasında giderek mükemmelleşmiş olduğunu görüyoruz. Kuşkusuz bu mükemmelleşme ve olgunlaşma, Allah’ın bu salih kuluna verdiği rabbânî eğitimin gölgesi altında gerçekleşmiştir. Bu eğitimin amacı; Ortadoğu’nun o günlerdeki en önemli başkentinde bir taraftan yüklendiği ilahi misyona hazırlarken, bir yanda da zor bir dönemde bir devleti yönetmek için hazırlanmasıdır. Bu yeni dönemde onda gözlemlediğimiz özellikler; Allah’a dayanması, mutmain olması, gönlünün O’nun huzuruyla dolması, O’na güvenmesi, sadece O’na bağlanması, yeryüzünde hüküm süren güçleri umursamaması ve Allah’ın sebepler zincirine tüm yüreğiyle bağlandığı için yeryüzü kökenli güç ve ölçütlere zerre kadar aldırmamasıdır.

وَقَالَ الْمَلِكُ ائْتُونٖي بِهٖٓ اَسْتَخْلِصْهُ لِنَفْسٖيۚ فَلَمَّا كَلَّمَهُ قَالَ اِنَّكَ الْيَوْمَ لَدَيْنَا مَكٖينٌ اَمٖينٌ ﴿٥٤

54. Hükümdar, “O’nu bana getirin; kendim için seçip özel danışmanım yapayım!” diye emretti. Yusuf’la konuştuktan sonra da “Bundan böyle nezdimizde yüksek bir makam sahibi, tam itimat edilen bir müsteşarsın.” dedi.

Hz. Yusuf un suçsuzluğu, rüyaları yorumlama bilgisi, kadınlarla ilgili meselenin içyüzünün ortaya çıkması, hükümdarın çok ilgisini çekmişti. Ayrıca O’nun onurluluğu, kimseye minnet etmemesi, hapisten kurtulmak için can atmamış olması da hükümdarı çok etkilemişti. Hapisten cezasını çekmiş bir suçlu gibi değil, tam tersine, iftiraya uğramış ve haksızca tutuklanmış onurlu bir insana yaraşır biçimde çıkıyordu. O’nun bedeninin çektiği hapis cezasının kaldırılmasını istemekten önce, söylentilere dayalı bir suçlamanın kaldırılmasını istemesi de dünyevi çıkar ve menfaatler peşinde koşmadığını gösteriyordu. O artık alnında köle damgası taşıyan ibrânî kökenli bir delikanlı değildi. Hükümdarın danışmanı konumuna atanmış, zor günlerde ülkenin kurtarıcısı olacak biri olmuştu.

قَالَ اجْعَلْنٖي عَلٰى خَزَٓائِنِ الْاَرْضِۚ اِنّٖي حَفٖيظٌ عَلٖيمٌ ﴿٥٥

55. Yusuf, “Beni bu ülkede hazinelerin başına getir. Çünkü ben, her bakımdan güvenilir, onları çok iyi koruyacak ve bu işi de çok iyi bilen biriyim.” teklifinde bulundu.

Gelecek kriz döneminde ve bunun öncesindeki bolluk yıllarında, önlemlere, korumaya, işleri özenle idare edebilme yeteneğine ve de tarımı, ürünleri denetleyip korumaya ihtiyaç vardı. Gerek bolluk yıllarında gerekse kuraklık yıllarında bu misyonun yerine getirilebilmesi için, gerekli tüm ayrıntıları içerebilen bir bilgiye, iyi bir yöneticiliğe ve bir deneyime ihtiyaç vardı. Buradan hareketle ve bir üst ayetin açıklamasında ifade ettiğimiz hükümdarın O’na olan güveninin de katkısı ile Hz. Yusuf, söz konusu misyonun gerektirdiği tüm nitelikleri üzerinde taşıdığını söylüyordu. Hz. Yusuf’un çok büyük bir mefkûresi vardı, o da bulunduğu yerde Allah’ın dinini tebliğ etmek ve hâkim konuma getirmekti. Zindanda fedakârlığı, dürüstlüğü, doğru sözlülüğü ve insanlara sürekli iyilik etmesiyle kendisini kabul ettirmiş ve bu konumunu mefkûresi istikametinde kullanmıştı. Risaletini de ortaya koymuş ve gerekli davette bulunmuştu. Şimdi Allah (c.c.), kendisine daha geniş bir sahada ve daha etkili bir şekilde tebliğ imkânı sunuyordu. Fakat önce, suçsuzluğunun ve güvenilirliğinin bilhassa saray halkı ve çevresi tarafından da ikrar, itiraf ve tescilini istedi. Sonra, çok iyi bir şekilde yerine getirebileceğine ve onu yerine getirmekle misyonuna tam hizmet edebileceğine inandığı bir vazife talebinde bulundu. Bu talebi, tabiî ki kesinlikle dünya adına değildi. Yüklenmiş olduğu bu vazife sayesinde dinine davet etme imkânını bulmuş, yönetimi sırasında din Mısır’ın her tarafına yayılmıştı.

وَكَذٰلِكَ مَكَّنَّا لِيُوسُفَ فِي الْاَرْضِۚ يَتَبَوَّاُ مِنْهَا حَيْثُ يَشَٓاءُؕ نُصٖيبُ بِرَحْمَتِنَا مَنْ نَشَٓاءُ

وَلَا نُضٖيعُ اَجْرَ الْمُحْسِنٖينَ ﴿٥٦

56. Böylece Yusuf’u Mısır’da yerleştirdik ve kendisine imkân ve iktidar verdik. Nerede isterse orada makam tutar (emirleri bütün ülkede uygulanır, dilediği tasarrufta bulunurdu). Kimi dilersek ona bu şekilde hususî rahmetimizle muamele eder ve bütünüyle iyiliğe adanmış olarak, Allah’ı görür gibi, en azından O’nun kendilerini gördüğünün şuuru içinde davrananların mükâfatını asla zayi etmeyiz.

Hükümdar, Hz. Yûsuf hakkında edindiği bilgilerden onun yüksek karaktere sahip, ülke yönetiminde liyakatli biri olduğunu anladı ve tereddüt etmeksizin onu devletinde yüksek bir makama getirdi. Maliyenin yönetimini ona teslim etti ve tam yetki verdi. Olaylar Hz. Yûsuf’un, hükümdarın rüyasını yorumladığı gibi cereyan etti. Hz. Yûsuf, gereken tedbiri alarak bolluk yıllarında tarıma önem verdi, üretimi arttırdı, ihtiyaç fazlası ürünleri depoladı. Nihayet kıtlık yılları geldi. Bu sefer depolanmış olan ürünleri yemeye ve ihraç etmeye başladılar. Çünkü kıtlık sadece Mısır’da değil, Kuzey Arabistan, Ürdün, Filistin ve Suriye’de de etkisini göstermiş, bu bölgelerin halkı da yiyecek sıkıntısı çekmeye başlamıştı. Ancak Hz. Yûsuf’un aldığı tedbirler sayesinde Mısır halkı kıtlık yıllarını rahatlıkla geçirdi, hatta erzak fazlasını ihraç etti. Bu ayetlerden alınması gereken en önemli ders, üretim, tasarruf ve ekonomi yönetiminin ehil ellerde olması iktisadın temel ilkelerindendir.

وَلَاَجْرُ الْاٰخِرَةِ خَيْرٌ لِلَّذٖينَ اٰمَنُوا وَكَانُوا يَتَّقُونَ ﴿٥٧

57. Bununla birlikte, iman edip, kalbleri Allah’a karşı saygıyla dopdolu olan ve bütün hükümlerinde O’na karşı gelmekten sakınanlar için Âhiret’teki mükâfat hiç şüphesiz daha hayırlıdır.

Sûrenin bundan sonraki hiçbir ayetinde ne kraldan ve ne de onun herhangi bir devlet adamından söz ediliyor. Sanki devletin bütün yetkileri bu korkunç, bu dayanılmaz kriz döneminin tüm sorumluluklarını cesaretle üstlenmiş olan Hz. Yusuf’un eline geçmiş gibidir.

Sevgini paylaş

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir