YÛSUF SÛRESİ 2. BÖLÜM

KUYUDAN SARAYA

وَجَٓاءَتْ سَيَّارَةٌ فَاَرْسَلُوا وَارِدَهُمْ فَاَدْلٰى دَلْوَهُۜ قَالَ يَا بُشْرٰى هٰذَا غُلَامٌۜ وَاَسَرُّوهُ بِضَاعَةًۜ وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ بِمَا يَعْمَلُونَ ﴿١٩

19. Derken, öteden bir kervan geldi ve içlerinden birini su getirmesi için kuyuya gönderdiler. Sucu kovasını kuyuya saldı. (O da ne? Bir oğlan çocuğu kovaya tutunmuş, yukarı çıkıyordu.) Sucu bağırdı: “Hey, müjde! Bir civan!” dedi. O’nu bir ticaret malı olarak saklayıp korudular. Allah ne yaptıklarını da ne yapacaklarını da çok iyi biliyordu.

Artık Hz. Yusuf için yeni bir dönem başlamıştı, çok sevdiği babası ve kardeşinden koparılmış ıssız bir kuyuya üvey kardeşleri tarafından atılmıştı. Daha çocuk denebilecek bir yaşta zor bir imtihanla karşı karşıya kalmış ancak Allah’ın inayeti ile bu zorlukları aşabilmiştir. Konunun akışından anlaşıldığına göre Hz. Yûsuf’un atıldığı kuyu, ticaret kervanlarının geçtiği yol üzerinde bulunuyordu.  Hz. Yûsuf’un kuyudaki durumuna bakıldığında, kuyunun kuraklık sebebiyle suyunun çekilmiş olduğu ve onun burada hayatını etkilemeyecek kadar kısa bir süre kaldığı anlaşılmaktadır. “Onu bir ticaret malı olarak sakladılar.” cümlesi, su almaya gelenlerin onu kervandaki diğer arkadaşlarından sakladıklarını gösterir. Çünkü onlar, bir çocuğu köleleştirip satmak gibi bir suçlamayla yüz yüze gelmek istememişlerdi. Bir sonraki ayette onu bir an önce ellerinden çıkarmak istediklerini bu yüzden de el altından değersiz bir bedelle sattıklarını ifade etmektedir.

وَشَرَوْهُ بِثَمَنٍ بَخْسٍ دَرَاهِمَ مَعْدُودَةٍۚ وَكَانُوا فٖيهِ مِنَ الزَّاهِدٖينَ ﴿٢٠

20. Nihayet O’nu kelepir fiyatına, sayılı birkaç gümüş kuruşa sattılar. Kıymetini takdir edememiş ve değerini pek düşük tutmuşlardı.

Bu ayet Hz. Yusuf’un yaşamındaki ilk sıkıntının son bulmuş olduğunu göstermektedir. Kendini çekemeyen kardeşlerinin kem gözlerinden ve kötülüklerinden kurtulmuştu, her ne kadar köle olarak satılmış olsa da ülkenin elit bir ailesinin yanında, saray ortamında bir evlat gibi büyütülecekti. Gelecekte yükleneceği peygamberlik ve vezirlik gibi önemli iki misyon için yetişebileceği uygun bir ortamda büyüme imkanına sahip olacaktı.

وَقَالَ الَّذِي اشْتَرٰيهُ مِنْ مِصْرَ لِامْرَاَتِهٖٓ اَكْرِمٖي مَثْوٰيهُ عَسٰٓى اَنْ يَنْفَعَنَٓا اَوْ نَتَّخِذَهُ وَلَداًؕ وَكَذٰلِكَ مَكَّنَّا لِيُوسُفَ فِي الْاَرْضِؗ وَلِنُعَلِّمَهُ مِنْ تَأْوٖيلِ الْاَحَادٖيثِؕ وَاللّٰهُ غَالِبٌ عَلٰٓى اَمْرِهٖ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُون( ٢١

21. O’nu satın alan Mısırlı, hanımına “O’na iyi bak ve kendisini aziz tut. Olur ya, bize bir faydası dokunur veya O’nu evlât ediniriz.” dedi. Böylece o ülkede Yusuf’a ayağını basacağı sağlam bir zemin ve mühim bir imkân verdik. Misyonu gereği O’na belli seviyede, (rüyalar dahil) hadiselerin manâ ve yorumunu öğretecektik. Allah, neyi diler, neye hükmederse onu muhakkak yerine getirir. Ne var ki, insanların çoğu bunu bilmez.

Bir belâğat mucizesi olarak Kur’ân-ı Hakîm, hadiseleri anlatırken onların kahramanlarının karakterlerini de kullandığı kelimelerle ortaya koyar. 19 ve 20’nci âyetlerden, Hz. Yusuf’u kuyuda bulup satanların hayattaki gerçek değerlerden habersiz, insanları tanımaktan âciz, firaset ve basiret yoksunu nasıl birer kaba çöl insanları olduğunu anlamak mümkündür. O’nu Mısır’da satın alan şahsın bu sözlerinden de onun idrak, firaset ve asaletini sezmek de aynı şekilde mümkündür. Aziz’in, Hz. Yûsuf hakkında karısına söylediklerine bakılırsa, onu gördüğü andan itibaren zekâ ve kabiliyetini sezdiği ve onun gelecekte büyük işler yapabileceği kanaatine sahip olduğunu görmekteyiz. Hz. Yûsuf, bu üst düzey yöneticinin hizmetinde kaldığı süre zarfında devlet yönetimiyle ilgili bilgi ve deneyimini geliştirmiştir. Ayetin devamındaki “Misyonu gereği O’na belli seviyede, (rüyalar dahil) hadiselerin manâ ve yorumunu öğretecektik.” cümlesi, O’nun bir taraftan gelecekte yükleneceği peygamberlik vazifesi için hazırlanırken bir taraftan da vezirlik vazifesine hazırlandığını göstermektedir.

وَلَمَّا بَلَغَ اَشُدَّهُٓ اٰتَيْنَاهُ حُكْماً وَعِلْماًؕ وَكَذٰلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِنٖينَ ﴿٢٢

22. Derken Yusuf, tam ergenlik ve temyiz çağına ulaştı ve kendisine manevî sahada hakimiyet, bütün meselelerde doğru ve yerinde karar verebilme ve doğru ile yanlışı birbirinden ayırt edebilme kabiliyetiyle birlikte (bir tür) ilim bahşettik. Kendilerini iyiliğe adamış, daima Allah’ı görüyormuşçasına ve Allah’ın kendilerini gördüğünün şuuru içinde davrananları işte böyle mükâfatlandırırız.

Âyette, “manevî sahada hakimiyet, bütün meselelerde doğru ve yerinde karar verebilme, doğru ile yanlışı birbirinden ayırt edebilme kabiliyeti” olarak çevirdiğimiz ve hemen bütün peygamberlere verilen hüküm ve ilmin, herkesin bildiği türden bir hüküm ve ilim olmadığı açıktır. Bu hüküm ve ilim, daha çok kalbin Allah’la (c.c.) doğrudan irtibatı sebebiyle Allah’ın kalbe koyduğu bir kabiliyet ve bilgidir ki, âyetin sonunda bunun muhsinlere, yani, bütün söz, davranış ve kalbî temayüllerinde Allah’ı görüyormuşçasına ve Allah’ın kendilerini sürekli gördüğünün şuurunda olarak davranabilenlere verildiği ifade buyurulmaktadır. Hz. Yûsuf’a verilen “hikmet ve ilim”, “sağlıklı muhakeme, yönetme ve yargılama yeteneği” özellikle “rüyaları yorumlama bilgisi” şeklinde açıklanmıştır. Sûrenin bu bölümünden sonra Hz. Yusuf için ikinci sınav ve yeni bir çileli dönem başlayacaktır. Hz. Yusuf karşılaştığı bu sınavı kendisine verilen bu hikmet ve ilimle aştığı gelecek ayetlerde ifade edilmektedir.

وَرَاوَدَتْهُ الَّت۪ي هُوَ ف۪ي بَيْتِهَا عَنْ نَفْسِه۪ وَغَلَّقَتِ الْاَبْوَابَ وَقَالَتْ هَيْتَ لَكَۜ قَالَ مَعَاذَ اللّٰهِ اِنَّهُ رَبّ۪ٓي اَحْسَنَ مَثْوَايَۜ اِنَّهُ لَا يُفْلِحُ الظَّالِمُونَ ﴿٢٣

23. Bu arada, bulunduğu evin hanımı O’nun nefsinden murad almak istedi ve kapıları iyice kapatarak, “Hadi, gelsene!” dedi. Yusuf, hiç tereddütsüz, “Allah korusun! Doğrusu (eşiniz olan) efendim bana çok iyi baktı, çok iyi davrandı. Şurası bir gerçek ki, zalimler asla iflah olmaz!” mukabelesinde bulundu.

Bu ayet bütün mü’min gençlere örnek olması gereken bir ayet-i kerimedir. Bir hadis-i şerifte “Güzel, makam sahibi bir kadın tarafından davet edildiği halde, ‘Ben Allah’tan korkarım.’ deyip davetine icabet etmeyen kimse”’nin hiçbir gölgenin olmadığı bir günde Allah’ın gölgesinde gölgelenecekler zümresinde olduğu buyurulmaktadır. Hz. Yusuf asırlar öncesinde böyle bir imtihan ile karşı karşıya kalmış ve iffetini muhafaza etmiştir. “O, bana güzel davrandı.” meâlindeki ifadeden Yûsuf’un bu çirkin fiili Allah korkusundan değil de efendisine karşı saygısızlık olur, endişesiyle yapmadığı anlaşılmamalıdır. Zira O önce Allah’a sığındığını ifade etmiş, sonra da ev sahibinin kendisinin efendisi olduğunu, dolayısıyla ona karşı da böyle bir ihanette bulunamayacağını, zalimlerin (nankörlerin) iflah olmayacaklarını söylemiştir. Bunu izleyen âyette de kadın ona meylettiği halde onun Allah’tan gelen bir ilham sayesinde kadına meyletmekten korunduğu bildirilmiştir.

وَلَقَدْ هَمَّتْ بِه۪ۗ وَهَمَّ بِهَاۚ لَوْلَٓا اَنْ رَاٰ بُرْهَانَ رَبِّه۪ۜ كَذٰلِكَ لِنَصْرِفَ عَنْهُ السُّٓوءَ وَالْفَحْشَٓاءَۜ اِنَّهُ مِنْ عِبَادِنَا الْمُخْلَص۪ينَ ﴿٢٤

24. Hanım, O’na sahip olmayı aklına koymuştu ve bütün düşünceleri O’nunla meşguldü. Yusuf’ta da ona karşı bir meyil uyanabilirdi fakat O, (iffet ve doğru davranış konusunda) Rabbinin açık ve kesin delilini görmüştü ve hanımdan kurtulmanın hesaplarını yapıyordu. İşte, (kendisine böyle bir delil göstermiş olmakla) fenalığı ve fuhşu O’ndan uzaklaştırdık. Doğrusu O, Bizim ihlâsa erdirilmiş kullarımızdandı.

Kur’ân-ı Kerim, Hz. Yusuf’u hem bir ihsan hem de bir ihlâs kahramanı olarak zikretmektedir. Ayetin “Yusuf’ta da ona karşı bir meyil uyanabilirdi fakat O, (iffet ve doğru davranış konusunda) Rabbisinin açık ve kesin delilini görmüştü ve kadından kurtulmanın hesaplarını yapıyordu.” şeklinde çevirdiğimiz kısmını, “O da hanıma karşı meyletmişti ki, Rabbisinin bürhanını gördü.” şeklinde yorumlarlar olmuştur. Bu şekilde yorumlayanlar söz konusu kısmı siyak ve sibakı (öncesi ve sonrası) ve daha önce ve sonraki âyetlerle birlikte değerlendirememekte; burada geçen “hemme” kelimesinin manâ ve kullanılışını gözden kaçırmakta ve âyetin fezlekesi olarak gelen, “Doğrusu O, Bizim ihlâsa erdirilmiş kullarımızdandı.” ifadesini de dikkate almamaktadırlar.

Âyette, Hz. Yusuf’un gördüğü açık ve kesin delil konusunda farklı yorumlar yapılmış olmakla birlikte, bu delil O’na verilen hüküm, yani bütün meselelerde doğru ve yerinde karar verebilme, doğru ile yanlışı birbirinden ayırt edebilme kabiliyeti ve ilim olsa gerektir. Yani O, hangi durumda nasıl davranması gerektiği, hangi davranışın doğru, hangisinin yanlış olduğu konusunda kesin bir bilgiye sahipti. Dolayısıyla yanılıp da yanlış bir harekette bulunması mümkün değildi.

وَاسْتَبَقَا الْبَابَ وَقَدَّتْ قَم۪يصَهُ مِنْ دُبُرٍ وَاَلْفَيَا سَيِّدَهَا لَدَا الْبَابِۜ قَالَتْ مَا جَزَٓاءُ مَنْ اَرَادَ بِاَهْلِكَ سُٓوءًا اِلَّٓا اَنْ يُسْجَنَ اَوْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ ﴿٢٥

25. (Yusuf’un odadan çıkmaya yönelmesiyle birlikte) kapıya doğru koşuştular. (Yusuf’u yakalamaya çalışan hanım) O’nun gömleğini arkadan çekip yırttı. Kapının yanında hanımın beyiyle karşılaşıverdiler. Hanım atılıp, “Ailene kötülük yapmak isteyenin cezası zindana atılmak veya daha başka pek acı bir cezaya çarptırılmaktan başka ne olabilir?” dedi.

Hz. Yûsuf günahın olduğu ortamı hemen terk edebilmek için kapıya yönelmiş Zelîha’nın da hedefine ulaşmayı kafasına koyduğu için daha önceden kapıyı kilitlemiş olduğunu ayet bize ifade ediyor. Bu durum bize göstermektedir ki bu durum, Hz. Yusuf için saray ortamındaki ilk imtihan değildir. Daha önce niyetini farklı şekillerde ona göstermeye çalışan kadın, artık muradına erebilmek için son çare onu odada sıkıştırmış, üstüne kapıyı kilitlemiştir. Hz. Yusuf’un günah ortamından koşarak kaçması da bizlere önemli bir ders vermektedir. Duygularına yenik düşen kadın pes etmemiş, arzusuna ulaşabilmek için arkasından koşup Hz. Yusuf’un sırtından gömleğine yapışmıştır ama Hz. Yusuf o kadar kararlıdır ki bu durum bile onu geriye döndürmemiş, günahtan kaçmaya çalışırken gömleği yırtılmıştır. Tam bu sırada kapıda vezir ile karşılaşınca kadın hemen kendini kurtarabilmek için Hz. Yusuf’a iftira atmıştır.

قَالَ هِيَ رَاوَدَتْن۪ي عَنْ نَفْس۪ي وَشَهِدَ شَاهِدٌ مِنْ اَهْلِهَاۚ اِنْ كَانَ قَم۪يصُهُ قُدَّ مِنْ قُبُلٍ فَصَدَقَتْ وَهُوَ مِنَ الْكَاذِب۪ينَ ﴿٢٦

26. Yusuf, “Asıl o benim nefsimden murat almak istedi!” diyerek, kendisini savundu. Hanımın ailesinden o anda orada bulunan bir kişi görüş beyan etti: “Eğer Yusuf’un gömleği önden yırtılmışsa, hanım doğru söylüyordur; Yusuf yalancıdır.

وَاِنْ كَانَ قَمٖيصُهُ قُدَّ مِنْ دُبُرٍ فَكَذَبَتْ وَهُوَ مِنَ الصَّادِقٖينَ ﴿٢٧

27. “Yok, gömlek arkadan yırtılmışsa, bu durumda hanım yalan söylüyordur, Yusuf ise doğrudur.”

Bu ayetler bize her dönem ve şartlarda, erdemli ve insaflı insanların var olabileceğini göstermektedir. Böyle şok edici bir olay karşısında vezir evindeki bir kölenin sözünü hiç dinlemeden onu hemen en ağır şekilde cezalandırabilirdi. Ama o, bu zor durumda bile muhakemesini kaybetmemiş, olayı kafasında çözmeye çalışmış, hatta doğru bir karar verebilmek için kanaatlerine değer verdiği bir kişi ile böyle yüz kızartıcı bir durumu paylaşıp onun görüşüne başvurmuştur. Kur’ân, bu şahidin vezirin hanımının ailesinden olduğu kaydını düşmekte ve O’nun ortaya koyduğu delili nakletmektedir. Dolayısıyla, bu şahidin, muhakemesi ve dürüstlüğü sarayda kabul edilmiş biri olması daha kabule şayan olsa gerektir. Görüşüne başvurulan bu kişinin de âdil olduğu anlaşılmaktadır, zira kadının ailesinden olduğu halde taraf tutmamış, adaletten ayrılmamıştır. Bu ayetler bize karşılaştığımız olaylara zahir yüzüne bakıp hemen karar vermemiz gerektiğini, daha doğru karar verebilmek için muhakemesine itimat ettiğimiz kişilere müracaat etmemiz gerektiğini ve ne olursa olsun karar verirken adaletten ayrılmamız gerektiğini göstermektedir.

فَلَمَّا رَاٰ قَمٖيصَهُ قُدَّ مِنْ دُبُرٍ قَالَ اِنَّهُ مِنْ كَيْدِكُنَّؕ اِنَّ كَيْدَكُنَّ عَظٖيمٌ ﴿٢٨

28. Hanımın beyi, gömleğin arkadan yırtıldığını görünce eşine, “Belli ki,” dedi: “bu, sizin bir fendinizdi. Siz kadınların fendi, doğrusu pek müthiştir!”

يُوسُفُ اَعْرِضْ عَنْ هٰذَا وَاسْتَغْفِرٖي لِذَنْبِكِۚ اِنَّكِ كُنْتِ مِنَ الْخَاطِـٖٔينَ ﴿٢٩

29. Yusuf’a da “Yusuf, sen bu işi unut; kimseye de bahsetme!” tavsiyesinde bulundu ve tekrar eşine dönüp, “Günahın için bağışlanma dile. Büyük bir hata işledin.” diye konuştu.

Burada binlerce yıl öncesindeki cahiliyenin sosyete sınıfına ilişkin bir kesit çıkıyor karşımıza, böyle bir rezalet karşısındaki rahatlığı, bunları toplumdan gizleyebilmek için örtbas etme eğilimini gözlüyoruz. Bu tavır her dönem olabilecek yanlış bir mantığı bize göstermektedir; insanlar konumlarını, imkanlarını kaybetmemek için maalesef kötülükleri ortadan kaldırmak ve faillerini cezalandırmak yerine, bunların üzerini örtüp skandala dönüşmesini engellemeye çalışırlar.

Aziz’in, “Sen de günahının affını dile çünkü sen günahkârlardan oldun.” meâlindeki ifadesi, Mısır halkının, putperest olmakla birlikte Allah inancına sahip olduklarını ve bu tür fiillerin günah kabul edildiğini göstermektedir. Âyetler, Hz. Yusuf’u anlatırken, bir yandan da O’nun yaşadığı dönemdeki Mısır’ı ortaya koymakta, orada nasıl bir toplumun, nasıl bir idarenin bulunduğunu gözler önüne sermektedir. Anlaşılıyor ki o dönemde Mısır’da ilâhî dinden bazı izler bulunuyor ve idarî kademede bulunanlar bile, “günah nedir, günaha girince ne yapmak gerekir” ve bunun gibi konulardan söz edebiliyorlardı. Fakat bu haberdar olma, artık âdet kabilindendi. Allah tanınması gerektiği şekilde tanınmıyor, Allah adına bir “yüce varlık” kabul edilse bile başka pek çok tanrının varlığına da inanılıyordu. Âhiret’e de inanılması gerektiği şekilde inanmıyorlar ve doğru Âhiret inancını reddediyorlardı.

وَقَالَ نِسْوَةٌ فِي الْمَد۪ينَةِ امْرَاَتُ الْعَز۪يزِ تُرَاوِدُ فَتٰيهَا عَنْ نَفْسِه۪ۚ قَدْ شَغَفَهَا حُبًّاۜ اِنَّا لَنَرٰيهَا ف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ ﴿٣٠

30. Şehirde birtakım kadınlar, “Duydunuz mu?” diyerek dedikoduya başladılar: “Vezirin hanımı, uşağına gönlünü kaptırmış. Sevda ateşi bağrını yakmış; kadın çıldırmış besbelli.Doğrusu bunu ona yakıştıramıyoruz!”

فَلَمَّا سَمِعَتْ بِمَكْرِهِنَّ اَرْسَلَتْ اِلَيْهِنَّ وَاَعْتَدَتْ لَهُنَّ مُتَّكَـًٔا وَاٰتَتْ كُلَّ وَاحِدَةٍ مِنْهُنَّ سِكّ۪ينًا وَقَالَتِ اخْرُجْ عَلَيْهِنَّۚ فَلَمَّا رَاَيْنَهُٓ اَكْبَرْنَهُ وَقَطَّعْنَ اَيْدِيَهُنَّ وَقُلْنَ حَاشَ لِلّٰهِ مَا هٰذَا بَشَرًاۜ اِنْ هٰذَٓا اِلَّا مَلَكٌ كَر۪يمٌ ﴿٣١

31. Aleyhinde dolaşan dedikodular kulağına erişince hanım, o kadınları konağına davet etti. Onlar için mükellef bir sofra hazırladı ve sofraya her biri için bir bıçak koydu. Kadınların, ellerinde bıçak meyve ile meşgul oldukları bir anda Yusuf’a, “Çık karşılarına!” dedi. Kadınlar Yusuf’u görüverince hayranlıktan dona kaldılar ve güzelliğine dalıp, farkında olmadan ellerini kestiler: “Haşa, Allah için, bu bir insan olamaz; bu, olsa olsa pek yüce, pek kıymetli bir melek olabilir!” dediler.

قَالَتْ فَذٰلِكُنَّ الَّذ۪ي لُمْتُنَّن۪ي ف۪يهِۜ وَلَقَدْ رَاوَدْتُهُ عَنْ نَفْسِه۪ فَاسْتَعْصَمَۜ وَلَئِنْ لَمْ يَفْعَلْ مَٓا اٰمُرُهُ لَيُسْجَنَنَّ وَلَيَكُونًا مِنَ الصَّاغِر۪ينَ ﴿٣٢

32. Evin hanımı, “İşte,” dedi: “kendisine gönlümü kaptırdım diye beni kınadığınız genç! O’nun nefsinden murat almak istediğim doğrudur; fakat O, sımsıkı ismetine sarıldı (günaha tek adım olsun meyletmedi). Ama andolsun, eğer kendisine emrettiğim şeyi yapmazsa, başka yolu yok, kesinlikle zindana atılacak ve kesinlikle aşağılanacak, perişan olacaktır.”

Hz. Yusuf’un yaşamındaki ikinci sıkıntıyla ikinci sınav; birincisinden çok daha çetin, çok daha yaman bir sınavdır. Çocukluk yıllarında baba sevgisinden dolayı kardeşleri ile imtihan olan Hz. Yusuf, gençliğe adım attığı bu dönemde yıllardır evinde yetişmiş olduğu belki de anne makamında görmüş olduğu evin hanım efendisi ile imtihan olmaktadır. İlk sınavda herhangi bir iradesi söz konusu değilken bu sınavda başarılı olabilmesi ancak kendi irade ve imanı ile mümkündür. Hz. Yusuf bu sınavı Allah’ın kendisine vermiş olduğu “manevî sahada hakimiyet, bütün meselelerde doğru ve yerinde karar verebilme, doğru ile yanlışı birbirinden ayırt edebilme kabiliyeti” ile kazanabilmiştir. Soylu bir kadının evinde hizmetçi, köle konumundaki bir gence temayülü, bu durumun ortaya çıkması karşısında vezir konumundaki kocasının duyarsızlığı, saray burjuvası tarafından olayın konuşulurken kadının böyle bir şeye temayülü değil de evindeki bir hizmetçi ile bunu düşünmesinin konuşulması, bu ayette ifade edilen vezirin karısının kendini diğer kadınlara karşı savunmak için hazırlamış olduğu ortam ve burada kadınların yaşadıkları şaşkınlığın arkasından hala niyetinden vazgeçmediğini açıkça ifade etmesi vb. örnekler saray halkının ve başkent sosyetesinin tarihteki ve günümüzdeki emsalleri gibi ahlâkî bir çöküntü ve çürümenin içinde olduğunu göstermektedir. Erkekler güç, zenginlik, şöhret ve menfaat peşinde olup, gerçek ve adalet, bunlara feda ediliyordu. Kadınlar ise, dünya nimetleri üzerinde karşılıklı rekabet, dedikodu, eğlence ve ziyafetlerle meşguldüler. İdarecilerin ve ailelerinin keyfi için kanunlar hiçe sayılabiliyor, haksızlıklar işlenebiliyordu. İşte büyük peygamber Hz. Yusuf (a.s.), böyle bir ortamda, çok çetin iffet ve dürüstlük sınavlarından geçti. Bunların hepsini başarıyla verdi. Sarayda bir köle olduğu halde, kendisine “soylu, zengin ve güzel” kadınlardan gelen daveti reddetti. Şüphesiz bu, bir defaya mahsus kalmadı. Ama her defasında direndi ve onlara uyup sarayda kalmaktansa büyük bir gönül rahatlığıyla zindanı tercih, hattâ arzu etti.

قَالَ رَبِّ السِّجْنُ اَحَبُّ اِلَيَّ مِمَّا يَدْعُونَن۪ٓي اِلَيْهِۚ وَاِلَّا تَصْرِفْ عَنّ۪ي كَيْدَهُنَّ اَصْبُ اِلَيْهِنَّ وَاَكُنْ مِنَ الْجَاهِل۪ينَ ﴿٣٣

33. Yusuf, (kadınların arzuları ve planları karşısında) Allah’a yönelip yalvardı: “Rabbim! Bunların beni yapmaya çağırdıkları şeyi işlemektense zindanı tercih ederim. Eğer fendlerini bozup beni onlardan kurtarmazsan, kayıp onlara meyleder ve cahillerden (doğru nedir, yanlış nedir bilmeyen, bilseler bile yapmamaları gerekeni bile bile yapanlardan) olurum.”

Hz. Yusuf, “bu kadının istediğini yapmaktan…” demiyor! Tam tersine, “bunların istediklerini yapmaktan…” diyor! Demek O’nun güzelliği karşısında hayran kalan kadınların hepsi ister sözleriyle ister hareketleriyle, isterse bakışlarıyla olsun, kendisine davetiye çıkarmaktadırlar. Hz. Yusuf ise bu sürekli tahrik karşısında bir an belki zaafa düşebilirim korkusuyla söz konusu kadınların kendisini tuzaklarına düşürme girişimlerini bertaraf etmesi için Allah’tan yardım istiyor. Masumiyetiyle gururlanmayan, neticede insan olduğunun bilincinde olan bir kimsenin duasıdır bu! O, Rabbinin kendisine daha fazla yardım etmesini, daha çok gözetmesini istemekte; yüz yüze bulunduğu fitne, tuzak ve ayartma girişimlerine karşı sadece Allah’tan yardım dilemektedir. Böylece Kur’an’ın bu kıssayı anlatmasının en önemli sebeplerinden birinin, Hz. Muhammed ümmetine, gençliğine, fiziksel özelliklerine ortamın tamamen elverişli olmasına, nefsinin de arzulamasına rağmen bu arzularına karşı koyup aklının, güçlü iradesinin, değerlerine inancının gücüyle iffet ve ahlâkını koruyan bir erdemli genç insan modeli göstermek olduğu anlaşılıyor.

فَاسْتَجَابَ لَهُ رَبُّهُ فَصَرَفَ عَنْهُ كَيْدَهُنَّؕ اِنَّهُ هُوَ السَّمٖيعُ الْعَلٖيمُ ﴿٣٤

34. Rabbisi duasını kabul buyurup kadınların fendini O’nun üzerinden çekti. Hiç şüphesiz O’dur Semî ‘(her şeyi, her duayı hakkıyla işiten);Alîm (her şeyi, herkesin durumunu hakkıyla bilen).

Yüce Allah işiten ve bilendir. Tuzağın ayak seslerini de duayı da işitmektedir! Tuzağın da duanın da arka planındakileri en iyi biçimde bilmektedir! Hz. Yusuf, yüce Allah’ın lütfu ve gözetimiyle ikinci sınavı da böylece atlatıyor. Onun bu başarı ve kurtuluşuyla bu yaman kıssanın ikinci perdesi de böylece sona eriyor.

Sevgini paylaş

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir