Nasr Suresi

Medine döneminde inmiştir. 3 âyettir.  Kur’an-ı Kerim’in bütün olarak nazil olan son sûresi olduğu kabul edilmektedir. Adını sûrenin ilk ayetindeki “nasr” kelimesinden alır ve nasr yardım demektir. Sûrede Allah (c.c)’ın Hz. Peygamber (sav)’e nasip ettiği zafer, fetih ve fetih sonrası insanların grup grup İslâm’a girmelerinden bahsedilmektedir.

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحٖيمِ 

اِذَا جَٓاءَ نَصْرُ اللّٰهِ وَالْفَتْحُۙ

وَرَاَيْتَ النَّاسَ يَدْخُلُونَ فٖي دٖينِ اللّٰهِ اَفْوَاجاًۙ

فَسَبِّـحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ وَاسْتَغْفِرْهُؕ اِنَّهُ كَانَ تَـوَّاباً

1.Allah’ın yardımı ve (başka zaferlere kapı açan) zafer geldiği zaman;

2.Ve insanların kafile kafile Allah’ın dinine girdiğini gördüğün;

3.Bilhassa o zaman Rabb’ini hamd ve tespih et ve O’ndan bağışlanma dile. Çünkü O, Tevvab (kullarının tevbesine sadece mağfiretle değil, fazladan mükafatla karşılık veren)dir.

Müfessirlerin çoğu ilk ayette ifade edilen “Allah’ın yardımı”nı, Mekke putperestlerine veya bütün düşmanlarına karşı Allah’ın Hz. Peygamber’e yardım etmesi ve onu zafere kavuşturması; mecazen “dinin kemale ermesi, son şeklini alması” anlamında yorumlamıştır. “Fetih”ten maksat ise başta Mekke’nin fethi olmak üzere Hz. Peygamber’e nasip olan bütün fetihler şeklinde yorumlanmıştır. Fetih mecaz olarak “Hz. Peygamber’e verilen ilimler, dünya nimetleri, cennet” olarak da yorumlanmıştır.

Kur’an, evrensel bir kitap olduğu için hükmü kıyamete kadar devam edecektir. Fethi sadece Mekke’nin fethine hasr etmek manayı kısıtlamaktadır. Hz. Peygamber’in düşmanları on dört asır önce oldukları gibi günümüzde de vardır. Onlar Hz. Peygamber’in şahsından çok, O’nun getirdiği davaya düşmandılar. Dolayısıyla aynı zihniyet, bugün Hz. Peygamber’in davasına karşıdırlar ve düşmanlık yapmaktadırlar. Bu zihniyete karşı olan mücadelede Allah’ın yardımı bütün mü’minler için söz konusudur.

İkinci ayette, bu fetihlere bağlı olarak İslam’ın önündeki setlerin yıkılacağı ve insanların kabile kabile İslam ile şerefleneceğinin müjdesi verilmektedir. Bu ayette ise insanların gruplar halinde Allah’ın dinine girmesinden bahsettiği için içtimaidir. Bu ayete göre insanlar, Allah’ın dinine girmekle toplumlarda köklü değişimler olacaktır. İslam’ın gelmesiyle birlikte önce Arap yarımadasında sonra diğer milletlerde köklü değişimler meydana gelmiştir. Her devirde değişim yaşayan insanlar Hz. Peygamber döneminde ise İslam’a girmekle en büyük toplumsal değişimi yaşamışlardır. Mü’minlerin İslam’a samimane bir şekilde hizmet ettikleri dönemlerde Allah daima büyük lütuflarda bulunmuş, farklı coğrafyalarda büyük İslami inkişaflar yaşanmıştır. Orta Asya ve Türkler, Balkanlar ve Boşnak ve Arnavutlar, Uzak Doğu-Endonezya, Malezya vb. örnekler tarihte bunun en güzel örnekleridir.

Sûrenin son ayeti çok önemli bir kaideyi mü’minlere öğretmektedir. Bu ayet kulluk ayetidir ve zaferden kulluğa dönüş anlatılmaktadır. Birinci ayette zaferden bahsedilmekte, ikinci ayette ise külli bir inanç değişimiyle oluşan toplumsal değişimden bahsedilirken bir anda Allah, zaferi verdiği kuluna yönelerek ona çıkış yolu olarak hamd ile tesbihi, istiğfar ve tevbeyi emretmektedir. Onu zaferden secdeye davet etmektedir. Zaferi bütün ihtişamıyla, coşkusuyla yaşarken, kendisinin gücünü zirvede görmüşken bir anda dönüp secde etmesi ve bütün benliğini bırakarak Rabbi karşısında durarak “zaferin sahibi sensin” diyerek ona secde edip kendisi de zaferden vazgeçmesi insanlar için en zor durumlardan biridir.

Allah’ı hamd ile tesbih ve O’ndan bağışlanma dileme emri, mü’minlere kazandıkları zaferlerden, başarılardan sonra bu zafer ve başarıları kendinden bilmeme ve gevşeyip günahlara girmeme konusunda bir ikazdır. Çünkü bütün başarı ve zafer ancak Allah’tandır.  Bu hususu, Allah Rasûlü’nün ashabına bir sefer dönüşü yapmış olduğu uyarıda açıkça görebiliyoruz; “Büyük cihad, kişinin nefsiyle yaptığı cihaddır.” İkinci olarak, zafere giden yolda pek çok hata işlenmiş olabilir. Bunlardan dolayı da Allah’tan bağışlanma dilenmelidir.

Hamd ile tesbih, Kur’an-ı Kerim’de birçok yer beraber kullanılmaktadır. Genellikle de “Rabbini hamd ile tesbih et” şeklinde ifade edilmektedir. Nasr suresinde hamd ile tesbihin zaferden ve fetih’ten sonra yapılması emredilmektedir. Ümmü Seleme’den gelen rivayette Hz. Peygamber’in son zamanlarında her kalkıp oturduğunda mutlaka Allah’ı hamd ile tesbih ettiğini ifade edilmektedir. Niye böyle yaptığını sorunca da Hz. Peygamber “Böyle söylemekle emrolundum.” buyurmuş. Sonra da Nasr suresini okumuştur.

Bu ayet her şeyde kendine bir pay arayan, hizmette geri ücrette ileri olan nefsin tuzağına karşı bir dikkat levhası niteliğindedir. Allah’ın yardımına ve verdiği zafere karşı sonucu sebeplere vermeye çalışan nefsin tuzağına karşı tesbih kılıcını çekmiştir. Sûrede Hz. Peygamber’in şahsında genel olarak müminlere hitap edilerek Allah Teâlâ kendilerine bir nimet ve yardım lütfettiğinde O’na hamd ve şükretmeleri gerektiği ifade edilmektedir. Özellikle Mekke’nin fethinden sonra Arap kabileleri savaşmaksızın İslâm’ın hâkimiyetini kabul etmiş ve akın akın İslâm’a girmişlerdir. 3. âyette ise daha önce müşrikler tarafından “sihirbaz, şair, kâhin, mecnûn” gibi yakışıksız sıfatlarla nitelenerek her türlü hakarete mâruz bırakılan Hz. Peygamber’e, kendisini bu durumdan kurtaran Allah’a hamd ve şükretmesi emredilmektedir.

Yeryüzünde zaferin sarhoşluğuna kapılmamış bir nebzede olsa zirve anlarında gurura kapılmamış tam aksine zirvedeyken kulluğa daha fazla ehemmiyet veren tek kişinin Hz. Peygamber olduğunu ifade edebiliriz. Mekke’nin fethinde gösterdiği davranış bizleri bu neticeye götürmektedir. Hz. Peygamberin o gün gösterdiği mütevaziliği bugüne kadar hiçbir lider zafer anında onu sergileyememiştir.

Bizim de onun ümmeti olarak aynı şeyleri yapmamız gerekir. Gerek şahsi zaferlerimizde gerekse ümmet olarak kazandığımız zaferlerde Hz. Peygamber’i örnek almamız gerekir. Zirve anlarımızda ise Allah’ı unutmamalı ve ona yönelmeliyiz.

Sure içinde geçen “istiğfar” kelimesi emir mahiyetindedir. Allah, Hz. Peygamber’e istiğfarı emretmektedir. Ayrıca onun şahsında bütün insanlığa da emrediyor. Sonrasında ise kendisinin bu istiğfarı kabul edeceğini “Tevvab” ismi ile belirtmektedir. Bu cihetten “Tevvab” ismi ile “istiğfar” kelimesi arasında ve surenin tamamıyla önemli bir münasebeti bulunmaktadır.

İstiğfardan sonra tevvab gelmesi bizler için bir rahmettir. Eğer tevvab gelmeseydi insanların tevbesinin kabul edilip edilmeyeceği meçhul kalırdı. Bu da insanlardan günaha dalanlar için dönüş kapısının kapalı olduğu anlamına gelirdi. Fakat Allah istiğfarı kabul edeceğini ifade ediyor. Nasr suresinde ise büyük veya küçük diye bir ayrımda bulunmadan bağışlanma dileyenin talebini kabul edeceğini ifade ediyor. Böylelikle tevvab ismi ayetin bütünüyle uyum içerisindedir. Aynı şekilde tevvab ismi surenin birinci ve ikinci ayetiyle de bir münasebet içindedir. Sahabeden bazıları bu sûrenin nüzulünden, Hz. Peygamber’in görevinin tamamlandığı ve artık vefatının yakın olduğu sonucunu çıkarmışlardır. Bundan dolayı sûreye “vedalaşma” anlamında “Tevdî” ismi de verilmiştir. Nitekim bu âyetler indikten sonra Hz. Peygamber’in ancak seksen gün gibi kısa bir süre yaşadığı rivayet edilmektedir.

Sevgini paylaş

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir