Felak Sûresi

Medine’de nazil olmuştur, 5 ayettir. İsmi birinci ayetteki “el-felak” (şafak vakti) kelimesinden alır. İnsanın maruz kalabileceği her türlü kötülükten Allah’a nasıl sığınması gerektiğini öğretir.

قُلْ أَعُوذُ بِرَبِّ الْفَلَقِ

مِنْ شَرِّ مَا خَلَقَ

وَمِنْ شَرِّ غَاسِقٍ إِذَا وَقَبَ

وَمِنْ شَرِّ النَّفَّاثَاتِ فِي الْعُقَدِ

وَمِنْ شَرِّ حَاسِدٍ إِذَا حَسَدَ

1.De ki: Sığınırım şafak vaktinin Rabbi’ne,

2.Yarattığı şeylerin şerrinden,

3.Çöküp, ortalığı kapladığı zaman gece karanlığının şerrinden,

4.Düğümlere üfleyip büyü yapan büyücü (kadın)ların şerrinden,

5.Ve haset ettiği zaman hasetçinin şerrinden.

Felâk kelimesi şu anlamlara gelmektedir; sabah, aydınlık, fecr, mutlak yaratma, bütün mahlukatın içinde bulunduğu şeyi yırtarak çıkması, eksik ve muhtaç oluşuyla Rabb’e sığınma zorunluluğu. Bazı müfessirler “Felâk” kelimesini, Allah’ın gece karanlığını yarması neticesinde meydana gelen sabah aydınlığı şeklinde ifade etmişlerdir. Ancak, bir sonraki âyetle bağlantısı dikkate alındığında kelimenin, “yokluktan yarılıp çıkan mahlûkat” şeklinde özetleyebileceğimiz daha genel bir anlam içerdiğini kabul etmek gerekir. Buna göre felak kelimesi kâinatın yokluk alanından belki bir patlama ile ilk meydana gelişini ve yaratılışını ifade eder. Bu cümleden olmak üzere arzdan kaynayan pınarlar, bulutlardan boşalan yağmurlar, tohumlardan filiz veren bitkiler, rahimlerden çıkan yavrular gibi Allah’ın kudretiyle bir asıldan, bir kaynaktan ayrılıp çıkan bütün mahlûkat felak kelimesinin kapsamına girer.

“De ki: Sığınırım şafak vaktinin Rabb’ine ” ayetindeki “De” emri sadece Hz. Peygamber Efendimiz (SAV)’e değil, bütün mü’minleredir. “Ey Resulüm, kendine ve herkese şöyle dua etmelerini söyle” anlamını ifade etmektedir. “Sığınma” fiili, müminlerin bir şeyden korktuklarında bunların şerrinden ancak Allah’a sığınmalarını ifade eder. Hadis-i şeriflerde her türlü tehlike ve şerre karşı Allah’a sığınmayı tavsiye etmektedir. İlk ayet bizlere, zulmet sonrasında nur, darlıktan sonra genişlik, kapanmadan sonra açılma manalarına işâret ederek, ancak Rabbe sığınarak O’nun bizleri bütün şerlerden kurtarıp koruyacağına dair bir ilâhı va’di hatırlatır.

İkinci ayet-i kerimede yaratılmışlardan gelebilecek şerlerden Allah’a sığınmanın gereği vurgulanmıştır. Bu ifade, maddî ve mânevî, dünyevî ve uhrevî, dış âlemde veya kişinin nefsinde, tabii ve ihtiyarî, her türlü şerri, kötülük ve zararı kapsamaktadır. Allah’ın yarattıklarının şerri, yaratma bakımından Allah’a ait olmakla beraber her yaratılanın aynı zamanda bizim bildiğimiz veya bilemeyeceğimiz bir hikmeti, bir faydası, ilâhî plana uygun bir fonksiyonu vardır. Ayrıca bu imtihan planında ve ortamında insana kötüyü isteyip istememe ve onu icra için iradesini harekete yöneltme yetisi verilmiştir.

Şer kelimesi, zarar, noksan, eziyet, keder için de kullanılır. Hastalık, açlık, savaş ve ölüm, evlâdın ölümü gibi somut ve âfâkî veya küfür, şirk, her çeşit günah ve zulüm gibi şerlerle her çeşit ruhî ve nefsî olan enfüsî şerlerden Allah’a sığınırım demektir.  Allah bütün yarattıkları üzerinde gâlib olduğundan, bizim bilmediklerimizi bildiğinden ancak O’na sığınarak, hiçbir şeyin karşı çıkmasına güç yetiremeyeceği yüce bir Hakîm’e sığınılmış olmaktadır. Bu âyette genel olarak şerlerden Allah’a sığınma tavsiye edildikten sonra, gelecek ayetlerde en fazla sakınılması gereken bazı önemli hususlara dikkat çekilmiştir.

3. ayet-i kerimede şerrinden sığınılması istenen ilk husus gecenin şerridir. “Gâsık” kelimesi karanlık demektir, gecenin kararmasından sabahın aydınlığına kadar anlamı çıkar. Bazı tefsirlerde şiddetli zulmet, gece ansızın gelen belâ ve musibet olarak ifade edilmiştir. Çoğu zaman ve özellikle bu âyetlerin indiği devirlerin şartlarındaki insanlar için gece karanlığı korkutucu ve ürperticidir; faydaları yanında bazı sıkıntıları da vardır. Çünkü gece karanlığında insanın faaliyetleri zorlaşır, gündüzün yapılan işlerin bir kısmı gece yapılamaz, hatta bazen imkânsız hale gelir; yolcu yolunu şaşırır, düşmana karşı korunmak güçleşir. Suçlar genellikle gece karanlığında işlenir, şeytan oynayacağı oyunları karanlıkta daha rahat oynar; kuruntu, vesvese, korku ve tasa geceleri kaynaşır. “Gündüzün şerri, gecenin hayrından iyidir.” atasözümüz de bu hususu veciz bir şekilde ifade etmektedir.

“Çöken karanlık” mecazi anlamda zulüm ve cehalet karanlığı, karanlık düşünceler ve insanın içine çöken, onun ruh dünyasını karartan kin, öfke, şehvet ve kıskançlık gibi kötü huylar yahut ölüm, ümitsizlik ve karamsarlık gibi insanı korkutup kaygılandıran haller şeklinde de yorumlanabilir. Bu ayet hem gecenin şerrinden hem toplumu kaplayan karanlık ve şer atmosferlerin şerrinden hem de iç dünyamızı kaplayabilecek her türlü karanlık duygu ve düşünceden Allah’a sığınmamızı, bunların şerrinden bizleri O’nun kurtarabileceğini ifade eder.

4. ayet-i kerimedeki düğüme üflemek müfessirlerin çoğuna göre “sihir” demektir. Ayetin anlamı, “sihirbazların şerrine karşı fecri getiren Rabbe sığınırım” olur. Hz. Peygamber Efendimiz (SAV) sihri 7 büyük günahtan biri olarak ifade etmiş, Kur’an-ı Kerim’de de sihir yapmak küfür olarak ifade edilmiştir. Bu ayette kadınıyla erkeğiyle büyü ile meşgul olan herkesin şerrinden Allah’a sığınılması emredilmiştir. Câhiliye döneminde ipi düğümleyerek ve düğümlere bir şeyler okuyup üfleyerek büyü yapıldığı birçok kaynakta zikredilmiştir. Âyette düğümlü ipe üflenerek yapılan büyünün etkisinden ve şerrinden değil, bunu yapanların kötülüğünden söz edilmiştir. Çünkü bu tür işlerle meşgul olanlar insanları aldatmakta, kafalarını karıştırmakta, onları bilhassa sıkıntılardan kurtulma hususunda gerçeklere yönelmekten ve bilime uygun tedbirlere başvurmaktan alıkoymakta, yanlış yollara ve davranışlara yönlendirmektedirler. Âyet, müminlerin büyücü ve üfürükçülere itibar etmemeleri, onlardan uzak durmaları, onlara değer vermekten sakınmaları gerektiğini de ortaya koymaktadır.

Felak sûresinin son ayet-i kerimesinde Allah (c.c.) hased eden kimsenin şerrinden kendisine sığınılmasını istemiştir. Hased, Allah’ın bazı kullarına lütfettiği nimetler karşısında kıskançlık duygularına kapılarak o kulların bu nimetlerden mahrum olmasını dilemektir. Bu duygunun etkisiyle “birinin sahip olduğu nimetin zevalini arzulama” anlamına gelen haset, İslâm ahlâk kaynaklarında başlıca kötülük sebepleri arasında gösterilmiştir. Bir tür ruh hastalığı kabul edilen hased duygusunun insan tabiatındaki bencillik eğiliminden, dolayısıyla başkalarının kendisinden daha üstün durumda olmasına tahammül edememesinden kaynaklandığı, bu durumun onu bir tür bunalıma soktuğu bildirilmektedir. Hasette esas olan, başkasının elindeki bir nimetin, makamın yahut servetin yok olmasını istemektir. Kendisinin o nimetlere sahip olup olmaması önemli değildir, önemli olan karşı tarafın mahrumiyete düşmesidir. Hz. Yusuf’u kardeşleri tarafından kuyuya attıran duygu hasettir, şeytanı insana düşman yapıp, onları doğru yoldan saptırmaya sevk eden duygu hasettir. Hz. Peygamber Efendimiz (SAV) “Haset etmekten sakının. Zira, ateşin odunu yiyip bitirdiği gibi haset de iyilikleri yer bitirir.” hadis-i şerifi mü’minlerin hased duygusundan sakınmasını emretmekte, bu ayet-i kerimede bizlere hasetçinin şerrinden korunmak için Allah’a sığınmamızı tavsiye etmektedir.

Sevgini paylaş

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir